28 Kasım 2009 Cumartesi

nasıl bayramlar?

iyi bayramlar
hayırlı bayramlar
güzel bayramlar
mutlu bayramlar
huzurlu bayramlar
bayram gibi bayramlar
kanlı bayramlar :P
etli bayramlar
"çünkü bu can kurban sana ben koç kurbanı neylerem" uyanışlı bayramlar
önce kurban sonra azad olduğunuz
oh be dediğiniz derin bir nefes aldığınız
hem kurbiyetli hem hayatlı bayramlar
sevinçli bayramlar
sevgi dolu bayramlar sevdiklerinizle beraber
herşey O'nun.

not: güzel ve mutlu ile sıfatlayarak tebrik etme alışkanlığımın muhtemel kaynağını düşündüm bu esnada.

23 Kasım 2009 Pazartesi

insanoğlu böyle işte ya huzur arıyor ya macera, ya sabote edip huzurunu ya da feda edip özgürlüğünü.

haftanın williamları

haftasonumu kütüphanelerde geçirme sebebim, spirütüel benlik kavramını anlatan william james.

sonracığıma williamların en birincisi, afedersiniz william the bastard.

Good name in man and woman, dear my lord,

Is the immediate jewel of their souls:

Who steals my purse steals trash; 'tis something, nothing;

'Twas mine, 'tis his, and has been slave to thousands;

But he that filches from me my good name

Robs me of that which not enriches him

And makes me poor indeed.

dizeleriyle dedikodu hakkında bir kere daha düşündüren william shakespeare,

ve son olarak gönüllerimizin william'ı william wallace.

22 Kasım 2009 Pazar

sanıp da bahtiyar ölmek isterim

20 Kasım 2009 Cuma

ayağıma değmeyen taş

yolun bir yerinde bir taş, bir kaya ya da bir ağaç olduğunu biliyorum diyelim, hiç önünden geçmesem de o taş oradadır. eğer yolum düşer de yanından geçersem çarpmamaya dikkat ederim o ağaca. hiç görmemiş dahi olsam, o ağacın bilgisine sahipsem birine yol tarif ederken ağacın ilersinde ya da gerisinde diyebilirim. zihinsel bir haritam vardır. bunun gibi gündemime hiç düşmemiş ve düşmesi ihtimali hiç de yok gibi duran meseleler de benim zihinsel haritamın içindedir, ayağıma değmeyen bir taş olarak oradadır, fiillerimi de fikirlerimi de belirler. bir ev yapacaksam olmaz orda koca bir ağaç var, kesilmez evi şuraya yapalım diyebilirim ve bunu gayet de sessiz diyebilirim. haritaya bakarım ve o mekânı direkt gözden çıkarırım, düşünmem gerekmez. bazı meseleler de bizim için böyledir, sessizce ordadırlar ve basbayağı ordadırlar.
sınırlar da böyledir, biz çok geniş bir mekanda hareket ediyor da olsak bir duvar vardır orda, gitmesek de görmesek de o duvar bizim duvarımızdır. duvar varsa ardı da vardır :)

ömer lütfi mete anısına

bu platon meselesi de şurdan geldi aklıma, ömer lütfi mete'nin vefat haberini alınca inne lillah ve inne ileyhi raciun demeden evvel üzüldüm, aklıma bir meclisteki sohbetimiz geldi. bu hep böyle midir? biri vefat edince onunla ilgili anılar mı gelir akla hemen? film şeridi gibi geçen bizim onunla ne kadar var ise, o kadar hayatımız mıdır? benim de aklıma o akşamki sohbet geldi işte, masadakilerden birinin, ezel akay'ın ne kadar da derin bir insan olduğunu anlatmak için "çocuğuna eflatun adını koymuş yaa " dediği, benim de içimden "e ne ki şimdi bu, bu mu derinlik" diye geçirir ve yine mi platon diye uyuz olurken ,ömer lütfi mete'nin lafı imam rabbani'deki beden-zihin birlikteliği meselesine getirmesi geldi aklıma. yüzüm gülmüştü o vakit. platon 0-aslı 1'di :)
mekânı cennet olsun ömer lütfi mete'nin.

gülce de çok sevdiğim bir şiiridir.

diyor felsefeyi sever misiniz?

idealistleri hiç sevmiyorum. platon'a gıcığım var. kierkegaard'ı tanımam etmem ama onu da sevmiyorum. bir de felsefe okurken gülesim geliyor bazen.

11 Kasım 2009 Çarşamba

komik horoz

kendimi şöyle karikatürize edebilirim:
bir çöplük ortasında öten ve etrafına da irili ufaklı piliçler toplayan horoza uzaktan bakan horoz, düşünce balonu vesilesiyle cool bir edayla şöyle diyor " başka çöplükler de var be yavru".
şimdi başka çöplükler de var bilgisiyle bu çöplükte ötmeyen cool horoz da bana kendi çöplüğünde öten cevval horoz kadar komik geldi.

şunu da getirdi aklıma:
http://yazlikblog.blogspot.com/2009/01/acaba-diyorum.html

sözü güvence altına alma

Gergen’e göre hepimiz, olaylara dair kendi versiyonlarımızın, bunlarla yarışan diğer kavramlara üstün gelmesi arzusuyla motive edilmişizdir. Hepimiz, “sözümüzü” söyleyebilmek için ya da işitilme hakkı için mücadele etmekteyiz, dolayısıyla kendi inşalarımızın “söylenmesi güvence altına alınmış söze” en yakın olanlarını sunarız,
sözgelimi bize geçerlilik ve meşruluk sağlayabilecek temsiller kullanırız. Bu bağlamda, Kitzinger’in (1989) çalışmasındaki lezbiyenler, gerçek aşk ve gerçek mutluluk gibi söylemlerin içinden konuşan “söylenmesi güvence altına alınmış sözlerdi”.

Olayların bazı versiyonları diğerlerinden daha çok “söz söyleyebilme güvencesi verir” (Yani daha sık duyulmuşlardır ve ‘doğru’ veya ‘sağduyu’ damgalarını yemeye daha elverişlidirler.), bunun sebebi, göreceli olarak iktidar sahibi olan güçlerin hem kaynaklara hem de olayların kendi versiyonlarını sağlamlaştırmaya yarayan otoritelerinin olmasıdır. Sözgelimi, şirketler medyayı, kendi ürünlerinin belli temsilleriyle doldurmak için muazzam meblağlar ödeyebilmektedirler ve doktorlar gibi otorite pozisyonlarında bulunanlar, olaylara dair kendi versiyonlarını (teşhis koymak gibi), hastaları üzerinde (ki bedenlerinde ne olup bittiğine dair kendi hikâyeleri olabilir) meşru kılma kapasitesinin olması anlamında, “söz söyleyebilmelerini güvence altına alırlar”. Dolayısıyla bu örneklerde, olayların etkili inşası paranın gücüne ve tıbbi iktidara bağlıdır. Dolayısıyla Gergen’in terimleriyle diyebiliriz ki: Göreceli olarak güçlü durumda olanlar için “sözünü söyleyebilmeyi güvence altına almak” daha kolaydır.(vivien burr-Introduction To Social Constructionism)




7 Kasım 2009 Cumartesi

nostalji saati




bir parodik aile dramı filminin oyuncularıyla beraber bir kadıköy akşamından.

1 Kasım 2009 Pazar

mutfak

aptal durumuna düşmek/rasyonalite foucaldien/naif