15 Aralık 2008 Pazartesi

dünya yeniden büyüsün kocaman olsun.

13 Aralık 2008 Cumartesi

kıyı da değişmiş, ben de.

24 Ekim 2008 Cuma

yazlık mı kışlık mı?

yaz gelince yaylalara inilir, kış gelince insan içine çıkılır
mı?
sorumuz budur yazlığımızın sevgili misafirleri.
hatırlayacağınız üzere havalar biraz ısınınca gelmiştik buraya, bu güzel bahçe içindeki yazlık eve.
şimdi kış gelince tekrar geçsem mi diyorum şehirdeki eve..
şehirde yeni bir ev yapıldı ben burdayken, kocaman, dört katlı, pek ferah.
eski eşyaları da getirttim, hepsi şimdi şehirdeki bu evde. ama bir ev o kadar büyük olunca sıcaklığını biraz yitiriyor mu ne.. burası kadar da sıcak değil ama dediğim gibi eşyaların çoğu orda, hepsi elimin altında. böyle kararsız kaldım misafirlerim, sizi de toplayıp oraya götüreceğim ya, sorayım dedim fikrinizi.
işte burdan bakabilirsiniz şehirdeki eve :
http://purblog.wordpress.com/
hadi bakalım pamuk eller klavyeye.

22 Ekim 2008 Çarşamba

yorgunum dostlarım yorgunum artık

ben biraz yoruldum bu işten.
sabahları biraz daha geç uyanmak istiyorum. yine gideyim işe, bir işim olsum.
bir iş düşlüyorum dostlarım, bir iş
bir iş ki, günde 3-4 görüşme yapayım, hepsinin hakkını vereyim
yas olur, depresyon olur, travma olur, panik atak olur
ne iş olsa yaparım,
yeter ki organize olayım,
vaktimin kalanında kitaplar okuyayım,
araştırmalar yapayım,
yazılar yazayım,
bir çok şey var öğrenmek istediğim,
neleer neleer
çok şeyler
hayali bile güzel :)

16 Ekim 2008 Perşembe

film ekimi

film ekimi filmleri ekmeyi ve de filmlerde bize eşlik edecek arkadaşlar tarafından ekilmeyi anlatan bir tamlamadır.

ben bu sene katıldım film ekimine. salı günkü film için çarşamba günü üç kez ekildim, sonra dördüncü kişi ile sinema kapısındayken biletin üstüne bakıp " aa bu da mı" dedim.. niye mi öyle dedim? bir önceki seansta film başlayınca aslında yanlış filmde olduğumuzu fark etmiştim. bu fark edişle beraber biletin üstüne baktığımda gördüğüm tarih 14 ekim idi ve biz o esnada ekimin 15'inde idik. neyse artık bir kere gelmiştik, izleyecektik. izledik. vasat bir filmdi diyebilirim. bir sonraki film ise çok görmek istediğim bir filmdi, fragmanını izlerken, hakkında yapılan yorumları dinlerken görmeliyim muhakkak dediğim bir filmdi. nasip değilmiş... bundan iki sene evvel film festivalinde çok istediğim bir filme otobüste nasıl bilet bulduğumu anlatmıştım yine böyle bir blog üstünde, nasip kısmet dedim işte.. bu sayede ben de ekmiş oldum film ekimi filmlerini.

böyle talihsiz bir festival oldu diyeceğim ama pazartesi günkü harikulade wong kar wai filminin hakkını yemiş olurum, o filmin gününü şaşırmamışım çok şükür... gittim, seyrettim, etkilendim..
çok şiirseldi zamanın külleri..

15 Ekim 2008 Çarşamba

orası neresi burası bir adam

biraz sessizleşince bu orman,
rengarenk kuşlar bile sustuklarında,
karardığında hava,
göğe uzanan mavi ağaçların nemli sırtına yaslandığında
sükûnet demek istiyorum
evet, bence sükûnet
uzun, derin, ıssız ve ürperten..
hayır cornetto'nun dibi değil.

bana söyler misiniz nasıl gidilir susam sokağına?

yağmurlu güneşli bir hava.
bu sabahki yağmur beni mutlu etti. evvela sabah bahçeye inip de yağmurlu bahçemizi görünce ilk gençliğimin (roman havası versin) yağmurlu bahar sabahlarını hatırladım. o kadar mutlu sabahlardı ki ah onlar. çok derin, çok içten gelen, çok sebepsiz gibi duran bir mutluluktu bu. bazen duyuyorum yine o hissi. iş yerime gelince yine iş güç derdine düştüm tabii.. dün çok yoğun bir gündü, çok yoruldum ve bu yoğunluk içine tekrar düşmüş olduğumu düşünmek iyi gelmiyordu bana ki yağmur yağdı. çok yağıyor. böyle giderse kimse evden çıkmaz diye ümit ediyorum :) kimse evden çıkmazsa susam sokağına gidelim beraber.

5 Ekim 2008 Pazar

taze fasulye

bugün size bazı zevklerden bahsedeceğim. konumuzun bu olması gerektiğine çaykovski eşliğinde fasulye kırarken karar verdim.
sanatın insanda uyandırdığı hisler bana çok ilginç geliyor, belki buralarda bir yerlerde yine bundan bahsetmiştim ama sık sık ilginç geliyor işte. bir şiirin beni heyecanlandırması çok ilginç geliyor, bir resmin beni ısıtması, bir şarkının neşelendirmesi, derinlerde bir yerlere seslenmesi, yücelerde bir yerlere kanatlanması... kanatlanmak diyince de aklıma suskunlar romanı geliyor, eğer müellifi aşıksa musıki kanatlanır diyordu... neyse fasulye kırarken aklıma gelenlerden biri de ibadetten duyulan zevkti. bu zevk ile sanattan duyulan zevk bir şekilde benzer geliyor bana. bazı insanların dini duygularını anlatırkenki halleri mesela pek latif oluyor.. sanki birbirinden güzel kokulu çiçeklerin olduğu bir bahçede geziniyormuşsunuz gibi.. bilhassa da sonradan müslüman olmuş batılı mevlevileri dinlerken bunu hissediyorum.. başka hisseden var mı? mesela sayın e. bir keresinde sizinle camille helminski hanımefendiyi dinlemiştik, hatırlar mısınız?

27 Eylül 2008 Cumartesi

tatil sevinci

tatil denen şey ne güzel birşeymiş, ne tatlı, ne hoş birşey... sabaha kadar misafirlerimle sohbet ediyorum, öğlene kadar uyuyorum, akşama kadar yağmurlu sokaklarda uzun yürüyüşler yapıyorum, akşam da yüzümde ballı maskem, ayaklarımda naneli krem (yürüyüşler sahiden uzundu), filmler seyrediyorum.. pek memnunum hayatımdan...

rüyalarım da pek hoş.. bu sabah rüyamda bir film ekibi gördüm. rüya içinde rüya gibi film içinde filmdi. bu film ekibi bir mezarlıkta çekim yapıyor ve çekim esnasında beraber hareket eden üç arkadaş, yavaş yavaş başka taraflara yöneliyor. önce ışıkçıydı sanırım, o ayrılıyor, ilginç birşey görüp onun peşinden gidiyor. ardından kameraman, kamerasını gözüne yapıştırmış olduğu halde yürürken yanındaki arkadaşından ayrılıyor ama sanki kamerayla gördüğü yerin dışında başka bir yeri göremiyor gibi gözüküyor, arkadaşının yanından ayrıldığını fark etmiyor bile. sonra kalan diğeri de başka bir tarafa gidiyor.o da gittiği yerde başka bir ekip ile karşılaşıyor, o ekibin eksik parçasıymış meğer, hemen dahil oluyor. mezarlık başına bir adam geliyor, charlie chaplin kılıklı bu adamın boynunda numaralar yazıyor. bizim adam bu numarayı görüyor ve mezarlıktaki siyah, nostaljik ev telefonundan bu numarayı çeviriyor, telefonu da halası açıyor. filmin sonunda bu adam bir kadınla sohbet ediyor, kadın bilim kadınıymış, önlerinde bir sürü kitaplar var, konu da evrimsel psikoloji. kadın adama diyor ki "ancak çok özel olanlar türlerinin sürdüregeldiğinin dışında bir davranış sergileyerek bir şeye kavuşurlar." bu cümledeki davranışın rüyada çağrıştırdığı şey bir feragat, bir serdengeçicilik idi..
güzel rüyaydı, hoş rüyaydı...
hayırlara gitsin..

19 Eylül 2008 Cuma

"ütopik olmasa da mistik inançların"

azize /aziyade/azade (burası bilinçüstü )

bilinç (burası bilinçyanı :P )

me/la/l. (burası da altı)

necati serdengeçti de bilinçüstünden gelenmiş meğer.
belki bir gün anlatırım size bu hikayeyi.

12 Eylül 2008 Cuma

pötika

şimdi beklemeye başladım.
ben beklerken başbakan ile doğan şantajlaştı, yüzyılın yardım hareketi tartışıldı, hadronlar çarpıştırıldı, iran'da deprem oldu ve iş yerimdeki saatim durdu.
salı günü durmuş, çarşamba günü geldiğimde gördüm. aklıma çanakkale savaşında şehit olan bir tabur istanbul lisesi öğrencisinin şehadet dakikalarında duran okul saati geldi. saat hala öyle duruyor. benim saatim de öyle :)

butimar nekrofilik bir kuştur. biz burda kuşları severiz ama nekrofiliyi sevmeyiz.


güzel birşey anlatayım hadi size, haftasonu terapide hikaye kullanımı eğitimine gittim. pek güzel, pek keyifliydi... hani böyle sabit konularım vardır ya dönüp durup anlattığım, biri de anlatmaktır ya hani, şöyle bir hint sözü öğrendim, çok tanıdık geldi: "bir ağaç fırtınada yıkılırsa ne olduğunu sorma, hikayeyi kimin anlatacağını sor" hikaye bir de kimin dinleyeceğinden de etkiliyor sayın dinleyenler... şimdi size bir hikaye anlatacağım, ismi yanmış ağaç..

YANMIŞ AĞAÇ

Bir zamanlar, bir ormanda diğer ağaçlar gibi canlı ve yeşil durmayan bir ağaç vardı. Sanki üzerine yıldırım düşmüş ve büyümesi durmuş gibi bir hali vardı. Sanki biri gelip dallarını dibinden kesmişti. Ormandaki birçok ağaç, onun ölmüş olduğunu düşünüyordu; çünkü ömrü tükenmiş olsa da bazı ağaçlar ayakta kalabiliyordu. Fakat yanılıyorlardı. Çünkü bu ağaç içinin derinliklerinde bir yerde canlıydı. Sadece, nasıl diğer ağaçlar gibi büyüyüp, yaprakları olan güzel bir ağaç olunacağını bilmiyordu çünkü ona yıldırım çarpmış ve kötü bir biçimde yanmıştı. Bazen bir ağaç yandıktan sonra da büyümeye, yaşamaya, tıpkı diğer ağaçlar gibi olmaya azim gösterir. Ama bazen de yıldırımların ve fırtınaların şiddeti, ağaçların bir daha büyüyemeyeceklerine, yanmış, çirkin ve ölü görüntüleriyle, hep aynı kalmak zorunda olduklarına inanmalarına neden olur.

Bir gün bir kunduz tek başına gelip, ağacın ölü olduğunu düşünerek onu çiğnemeye başladı.
“Hey! Aah!” diye bağırdı ağaç.
Kunduz şaşırarak etrafına bakındı ve bağırdı: “Kim var orada? Benimle kim konuşuyor?”
“Benim!” dedi ağaç. “Canımı acıtıyorsun. Beni ısırmayı bırak!”
“Buna inanamıyorum!” dedi Kunduz. “Hiç de canlı görünmüyorsun. Bir çividen daha ölü görünüyorsun. Yanmış ve zavallı duruyorsun. Dalların kırık ve tek bir yaprağın bile yok. Ben oldukça sorumluluk sahibi bir Kunduzum ve canlı ağaçları asla yıkmam. Çünkü kendimi kötü hissederim. Senin ölü olduğunu sanmıştım!”

“Ben ölü filan değilim” dedi ağaç. “Hasta bile değilim.”
Kunduz ağaca şaşkın şaşkın baktı. “Madem ölü ve hasta da değilsin, neden bu kadar kötü görünüyorsun?”
Ağaç üzgün bir biçimde yanıtladı: “Nasıl büyüyeceğimi bilmiyorum. Nasıl yapraklarımın çıkacağını bilmiyorum. Tekrar nasıl canlı görüneceğimi bilmiyorum, çünkü yıldırım pek çok kez üzerime düştü ve nasıl büyüyeceğimi unutacak kadar hayatımda pek çok fırtına geçirdim.”

Ağaçlarla çok deneyimi olan Kunduz, yardım etmeye karar verdi ve öncelikle yanmış uçları temizlemesi gerektiğini anlattı. Dalların içinde ve dışında tüm ölü kısımlar yok olana ve yeni hayatın büyümeye başlamasına imkan oluncaya kadar tüm yanmış kısımları ısırıp attı. Ağaç, çok acı çekmemesine şaşırdı. Daha sonra Kunduz, ağaçlar için olan özel bir gübreyi ağacın gövdesine sürdü. Ağacın ihtiyacı olan gün ışığından ve sudan eksiksiz yararlandığına emindi. Çok kısa bir zaman içinde ağaç, nasıl büyüyüp gelişeceğini, nasıl güzel görüneceğini ve diğer ağaçlar gibi nasıl yeşil yapraklarla donanacağını BİLDİĞİNİ keşfetti. Ağaçtan yeni yapraklar filizlenmeye, ağaç büyümeye ve gelişmeye başlamıştı. Öyle ki, daha önce yıldırım düşmüş ve yanmış olduğuna dair geriye hiçbir iz kalmamıştı. Artık Kunduz ve ağaç çok iyi arkadaş olmuşlardı.

Çünkü Kunduz, ağacın güzel ve sağlıklı olmasına yardımcı olmuştu ve ağaç Kunduz için özel bir şey yapmaya karar verdi. Kunduzdan, dostluklarını simgeleyen bir şekil oymasını rica etti. Bu simge ağacın ön kısmına oyuldu. Böylece, oradan geçen herkes hayatınızın akışı içinde güvenilir bir arkadaşın ne kadar fark yaratabileceğinin farkına varacaktı.


bu hikaye terapötik hikayeler isimli bir siteden alıntılanmış.. terapötik di mi?

1 Eylül 2008 Pazartesi

eskiden burda bir şarkı vardı

agnostizmin biraz kaypaklık getirdiği doğru.
"tek doğru budur, en doğru budur diyemem ama benim için doğru olan bu" cümlesi bana hoş geliyor. hani güvenli davranış tanımı vardır ya, ne saldırgan ne çekingen.

28 Ağustos 2008 Perşembe

işimi sevdiğimi söylemiş miydim hiç?

deryacık bu hafta işten ayrılıyor, gurbet ellere gidiyor. gider ayak bir mail yazmış bizim mail grubuna, bir veda maili. bir kısmını buraya aktarıyorum çünkü bugün ben de işten ayrılacak olsam söyleyeceğim sözlerdir bunlar.. böyle seviyorum ben de işimi, iş arkadaşlarımı..



".... bilmenizi isterim ki sizleri tanimaktan, dahasi beraber calismaktan, ayni ekipte yer almaktan cok ama cok mutlu oldum. alanda ve meslekte, sizler gibi isine ozen gosteren, caliskan, bilgi paylasan, ureten, gelisen insanlar oldugunu gormek, ne yalan soyleyeyim bana cok iyi geldi :) her birinize ayri ayri tesekkur ederim..

pilot calisma sonunda, sizlerle bir araya geldigimizdeki heyecanimi hatirliyorum! ekibin onca buyumus olmasi, gozle inanilmasi zor birseydi! :) o heyecani hatirlayarak, giderayak birseyler demek istedim sizlere, nacizane..
inanilmaz guzel bir is yapiyorsunuz! dahasi, inanilmaz ozenerek yapiyorsunuz.. bildigim pek cok -saati milyonlar eden- meslekdasdan daha gayretle, ozenle, dikkatle, isine ve karsisindakine saygiyla calisiyorsunuz.. alip alabilecegi en iyi hizmet 3 dakikalik bir psikiyatr gorusmesi sonucunda elinde tuttugu receteden ibaret olan yuzlerce - binlerce insana ulasiyor, psikoterapi nedir'i bu insanlara en guzel ornekleriyle gosteriyorsunuz. bir suru insanin hayatinda yeni bir sayfa aciyor, "iyi ki yapmisim" diyecekleri adimlari atmalarina yardimci oluyor, bu ulkede psikolog-psikoterapist nedir ne degildir'e dair ciddi bir zemin ve soylem yaratiyorsunuz.. ellerinize, emeginize saglik..!! umarim, bundan sonrasinda karsilacaginiz cesitli zorluk ve sacmaliklarda, isin bu asil ozunu hatirliyor ve bununla motivasyon tazeliyor olursunuz.. tekrar.. ellerinize saglik!!! :)

bi kuple de pilot ekibe :) sevgili alev, aslihan, hacer, nuray ve seyma.. sizinle calismak ayri bi keyifti, hele bir gunde bir aylik hakedis yazdigimiz pazartesileri ve onu bile eglenceli hale getirisimizi unutmak mumkun degil :) size ozel tebriklerimi de sunmam gerek, cunku bugun bu kadar genis capli yapilan is, sizin emeginiz ve ozeninizle olabildi. sizi seviyorum :)....."

biz de seni seviyoruz deryacık :)

18 Ağustos 2008 Pazartesi

içler dışlar


"hep birşeyler dışarda kalıyor, bazen de ben" demişim geçen sene bir blogda, bu resmin yanında. başlık yine içler dışlar.

sağ köşeye aldığım eğitimleri yazdım, biri fuzzy logic, biri de fark ve cem eğitimleri. cem dersleri bitti bu dönem, şimdi fark derslerimi alıyorum :)
bir çizgi çiz ve içine herşeyi yerleştir, sen dışarda kal ve de ki... ben dışarda kalırsam bu bir farktır ama fark edememişim bunu ben.. ben de girmişim içine bazen, bazen de kalmışım dışında.. içindeyken cem demişim. sonra bazen dışarı bakışlar atmışım camdan, bir de ne göreyim biri kalmış dışarda, huzursuz olmuşum bisikletli çocuğun dışarda kalışıyla.. bazen de dışarı bakarken aslında dışarsı olmuşum, çünkü şöyle sorular sormuşum, derya içre balık gibi miydi acaba adem'in cennetteki hali, içinden bilmek ile dışından bilmek arası farkları düşünmüşüm... bazen de dışarsı olmuş da içersiyim sanmışım biraz grace olmuşum.

sonra yaz geçmiş, güz geçmiş, kış geçmiş, bahar gelmiş. bahar gelince yazlık mekana gelinmiş, bu bir mesafedir. insan kafa dinlemeye gider yazlığa. mesafeyle alakalı bir yazı koymuşum gelir gelmez buraya. böyle böyle süreçlerden sonra...

bugün mesih ile konuşurken birden aydınlanıverdim..

john hick, dini çoğulculuk kitabını okuyorum bugünlerde bu konuyla epey de alakalı..

15 Ağustos 2008 Cuma

teşhir saati











sağ tarafta sevdiğim şeyleri sıralamışım, ejderha demişim, kaplumbağa demişim, tavus kuşu tüyü demişim de tavus olmayan kuşları nasıl unutmuş, nasıl atlamışım anlamadım.. sadece rengarenk kuş resimleri yapabilmek için bile ressam olmayı isterdim.. ressam olabilemezsem ornitolog da olur..

13 Ağustos 2008 Çarşamba

şifacı

"bunun üzerine eowyn'in kalbi değişti ya da en sonunda anladı.ve aniden kışı geçiverdi, içinde güneş parladı. "minas anor'da güneş kulesinde duruyorum" dedi "ve bakın! gölge gitti! artık cengaver bir kız olmayacağım ve sadece kılıçtan geçirilenlerle ilgili şarkıları dinleyip zevk almayacağım. bir hekim olacağım ve yetişen kısır olmayan herşeyi seveceğim" yine faramir'e baktı "artık kraliçe olmak istemiyorum" dedi.. "

yüzüklerin efendisi,kralın dönüşü, j.r.r tolkien.

7 Ağustos 2008 Perşembe

acı/ emdr

şimdi çok fazla acı var etrafımda.
insan acıya çok yakın olduğunda acaba benim de başıma gelir mi korkusunu duyuyor. istem dışı oluyor bu, istem dışı da korkudan korunuyor iç sistemleriyle. acıyı soyutluyor mesela. bu olay genelde şöyle şöyle insanların başına gelir diyor, acıyı dışarda bırakıyor, kapılarını sıkı sıkı kapıyor. şunları şunları yaparsam bu benim başıma gelmez diyor, kendine güvenli bir yerler buluyor. zihnimizin buna ihtiyacı var demek ki...

benim zihnim ne yapıyor bu arada bilmiyorum.. sanırım benim zihnim burda profesyonellik zırhına bürünüyor. emdr denilen tekniği seviyorum işte bu yüzden. çıplak olarak dinleyemeyeceğim acıları, üstümde zırhımla dinliyorum.. danışan ağlıyor, hıçkırıyor, kıvranıyor, şimdi burdan devam edelim diyorum.. buna neden devam ediyoruz diyor, yeter diye bağırmak istediğini söylüyor.. şimdi burdan devam edelim diyorum.. ama sonra yatışıyor.. yeter diye bağırmak isteyen canı yanan kadın/adam pamuk gibi yumuşuyor.. şimdi düşününce buna şahit olmak iyi geliyor sanırım bana.. acıdan korkan biriydim ben çok.. korkmuyorum demiyorum şimdi.. ama çok acı hikayelere çok canlı şahit olup orda duruyorum, acı çekenin yanında duruyorum, ağlıyor, kıvranıyor, duruyorum, taşıyor, kabarıyor duruyorum, duruyorum.. sonra duruluyor, duruyoruz... geçen gün acı çeken bir kadın dedi ki emdr esnasında, acısı iyice derinleşiyorken, "dur artık" der gibi bir tonla, "aslı hanım ben şimdi bir kuyunun içindeyim, bir el istiyorum ordan çıkmak için... " elim sizinle dedim, şimdi siz de tüm gücünüzle kendinizi yukarı itin... sonra devam ettik emdr'a..
emdr terapisti olmayı sevdim ben..
zihnim belki bir de böyle başediyordur, bu yeni bilgiyle.. biraz daha durursan burada acının ortasında, acıyla.. sükunet gelip konacak omuzlarına.. her gün bir iki saat bunun seyircisi olmak belki birşeyler katıyordur bana.. katsın Allah'ım noolur..

6 Ağustos 2008 Çarşamba

bu yaz çok konser yaptı, çok da göç..

soljenitsin de dünyasını değişmiş
uzaklara giden edebiyatçılar yazı olabilir bu yaz,
yakınlara gelen solistler yazı da..
björk geldi geçtiğimiz günlerde, ben mutlu oldum.. sahiden hayranıyım bu kadının.. siyahkahve.com'dan hislerime tercüman bir alıntıyla anlatayım hayranlığımı:
"O akşam, ufak tefek bir dişinin, doğumundan beri gün be gün içinde büyüttüğü sıradışı bir dünyaya konuk olduk. Öyle müthiş sesler duyduk, öyle yerlere gittik, öyle güzel konuştuk ki birinci tekilin ağzından, sonsuza kadar konuk olmak istedik o dünyaya. Büyülü bir ormandı orası, kocaman bir şatoydu, bulutların üstüydü kimi zaman, kimi zamansa en kalifiye kıyamet tasvirlerini aratmayacak bir felaketin başkenti. "
yazının tümü için buyrun :
http://www.siyahkahve.com/index.php?cmd=7&textID=9828

5 Ağustos 2008 Salı

mantar-sistem teorisi

dedem küçükken bazen bana aslii derdi, bunu dedemin türkçe karaktersiz daktiloda çalışmasına bağlardık, ömer'e de omeer derdi bazen. işte benim aslii olduğum zamanlarda alis ile aramda tersine bir ilişki kurulmuş. bunu bu yaşıma gelince fark ediyorum. alis mantar yediğinde büyüyorken, ben mantar yediğimde büyüyen mantar oluyor. küçücük bir parçacık sanki bütün mideyi kaplıyor, bir lokma daha yersem... eskiden, ben bu bilgiden habersizken üstüne lokmalar lokmalar yiyordum, sanki mantar normal bir yiyecekmiş gibi düşünerek.. sonra da geceler boyu süren mide ağrıları çekiyordum. fekat olgunlaşıp sistemi ve mantarları tanıyınca hele de bu alis-asli ters bağlantısını kurunca, kazara mantar yedikten sonra birşey yemeyerek koruyorum kendimi.

ben bugün



ben bugün mantarlı pizza yedim, midemde hala hissediyorum varlığını.

ben bugün basic ph testini yeniden yaptım, üstünden bir sene geçtikten sonra.. ve gördüm ki iyileşmiş birşeyler.. mutlu oldum..

basic ph test tarifi:
*bir kağıt alın ve altıya katlayın (geçen sene sekizli yapmıştık bu sene altılı yaptık, daha yalın geldi bana)
*birinci bölmeye aklınıza ilk gelen bir kahramanı ve özelliklerini yazı.
* bu kahramana bir görev verin, bu görevi tanımlayın ve ikinci bölmeye yazın.
* üçüncü bölmeye, kahramanın görevi yerine getirirken karşılaşabileceği zorlukları yazın.
* dördüncü bölmeye, kahramanın görevi yerine getirebilmesi için ihtiyacı olanları yazın.
* beşinci bölmeye görevin akibetini yazın.
* altıncı bölmeye de kahraman bir daha böyle bir görevle karşılaşırsa neler olabilir yazın.

sonra şunlara bir bakın:
inanç
duygu
sosyallik
yaratıcılık
bilişsel yetenekler
fiziksel yetenekler

bölmelerdeki tanımları gözden geçirip yukardaki özelliklerden hangilerini içerdiklerini her bölmeye not edin.

sonra da sayın bakalım hangi yetenekleriniz ağır basıyormuş.. ayrıca seçtiğiniz kahraman ve görev de bugünlerdeki gündemiz olabilir..

geçen sene okurlarımızdan ikisine yapmıştık bu testi, onları da yeniden yapmaya davet ediyorum. değişimi görünce inanamayacaksınız :)

ben bugün arkadaşlarımı çok seviyorum. her gün seviyorum da bugün de çok. şarkımız onlar için gelsin :

beatles yorumu şarkının ruhunu daha iyi hissettiriyor sanki

joe cocker yorumu da harika yıllar dizisini hatırlatıyor,

ben bugün sergio mendes yorumunu dinledim.

seviyorum bu şarkıyı.

31 Temmuz 2008 Perşembe

haberler

bizim hocanın filminin venedik'e gidiş haberi gazetelere düşmüş:

http://www.sabah.com.tr/2008/07/31/gny/haber,919D640564284D2BAB0C2692062BCFE2.html
http://www.ntvmsnbc.com/modules/habervideo/video.asp?CatID=0&cbVideo=6223&cbQuality=1

benim bir kaplumbağa olduğumun haberi de burç sitelerine:

"Dogum gününüze göre hangi hayvansın? (Kaplumbağa)
Uyumlu, sicakkanlı birisiniz. Size nasıl davranılmasını istiyorsanız siz de herkese öyle davranıyorsunuz.
Sadık ve dürüstsünüz, yapmacık insanlara ve dedikoduya karşısınız."

aynen alıntıladım, sitenin üslup konusunda kafası karışmış. önce bakmış kabuğum var gününüze göre demiş, sizli bizli bir üslup tercih etmiş, sonra bakmış uyumlu sıcakkanlıyım, hayvansın demiş. sensin hayvan diyeceğim ama dedikoduya karşıyım, maymun diilim ki dedikodu seviyim ayol :)

akrep burcu kaplumbağa ejderhası bildirdi.

sınırlı

bence sınırlar yaratıcılığı artıyor.
mesela çit çekiyorsun bahçeye, diyorsun ki bundan sonra bu çitler içinde oynayın, o çitler içinde neler neler, ne oyunlar çıkıyor. mesela diyorsun ki koydum kurallarını, dogma 95, o kurallar içinde ne filmler çıkıyor. mesela diyorsun ki bundan sonra konuşurken şunlara şunlara dikkat edelim, mesela dedikodu etmeyelim, falan filan.. konuşmaların içeriği bir anda renkleniyor.
böyle şeyler işte..
elbette ki bunun aksi de mümkün, herşey ölçüsüyle elbette ki..

25 Temmuz 2008 Cuma


içecek olarak ne alırsınız?
nestea cool.
tatlı olarak?
tatlı şeyler atölyesi çikolatalı keki.
film olarak?
kieslowski blanc.
süper güç olarak?
uçmak.

22 Temmuz 2008 Salı

ve minel garabet

çok garip bir dünyada yaşıyoruz.
benim durduğum yerden garip görünüyor şimdi mesela.
dönüyorum arkama bakıyorum camdan, göğü görüyorum, geniş, beyaz, derin, mavi, huzur verici. yine de garip bu işte. göğe bakınca içimi dolduran huzur garip, mutfakta az evvel konuştuğumuz konunun içime kondurduğu huzursuzluk garip yine de bir yerlere basıyor oluşum..

16 Temmuz 2008 Çarşamba

sabah oldu sus barmen

sonsuza dek ninni dinleyemem barmen.
bu sabah güzel bak birşeyler. iyi ki düşünüyoruz.
düşünsene ne güzel bak herşey.
now i'm here, now i'm there.

genelde sakinimdir, genelde çok hırslı değilimdir, genelde yaşayıp gider ve mutlu olurum, çoğunlukla halimden memnunum. genelde zaman hep yeterlidir.. hiç yarışmam.. bu aralar iştah doluyum. okumak, yazmak, izlemek, görmek, düşünmek, yapmak istediğim pek çok şeyler var...
zaman da ilk defa az geliyor bana.. halbuki kendisi genişler daralır bilirim.. darılmasın bilirim..
daraltmasın...

hadi görselleştirelim :)

bir kadın kasvetli, karanlık bir odada takvim başında oturup bekliyor, bekliyor, bekliyor... yüzünde gergin, sıkılmış, sabırsız bir ifade.. fonda saati görüyoruz flu.. sonra kadın flulaşıyor, saniyelerin geçişini izliyoruz, tik taklardan ve nefes sesinden başka ses yok.. sonra bir rüzgar doluyor odaya, takvim yaprakları uçuşmaya başlıyor, denizlerden esen bu ince hava kadının saçlarında dansediyor (burası pek de görsel diil kabul) kadının yüzüne bir gülümseme konuyor rüzgarla.. uçuşan takvim yapraklarının ardından balkona koşuyor, güneş yüzüne vuruyor, manzaraya bakıyor, mutluluk ve hayat dolu bir şekilde...

15 Temmuz 2008 Salı

yasmin levy




ayşeciğime nisbet gibi olacak ama... boğaz, gece, yıldızlar, arada bir geçen tekneler, ışıklar, deniz.. yasmin levy'nin muazzam sesi, pür sesi, güçlü sesi, yanık sesi, ağlatan şarkıları, oynatan şarkıları, inşallahlı mesajları ile çok güzel bir geceydi dün gece..

8 Temmuz 2008 Salı

gidenlere selam olsun

96'da kendime bir şiir antolojisi almış, iki ciltlik kitabın sayfaları arasında uzun
bir yolculuğa çıkmıştım. bazı sayfalarda durmuş, dinlenmiş sonra yola devam etmiştim. dinlendiğim yerlere izler bırakmışım seneler sonra bakınca, burda durmuşum, dinlenmişim diyorum. veda da öyle bir durak..

VEDA

Bu şehirden gidiyorum
Gözleri kör olmuş kırlangıçlar gibi
Gururu yıkılmış soy atlar gibi
Bu şehirden gidiyorum
İnsanlar taş gibi bana yabancı
Ağaçlar bensiz hüküm giyecek bulvarlarda
Bir tambur bir yalnızlığı anlatıyorsa
O ışıksız pencereden
Ben onu bile bile duymuyor gibiyim.
Bu şehirden gidiyorum
Gömerek geceyi içime
Sabahın hüznünü beklemeden
Gidiyorum bu şehirden

erdem beyazıt

gitmiş bu şehirden ebediyen...
nusret çolpan, necati coşan, cengiz aytmatov, ahmet yüksel özemre'den sonra, erdem beyazıt da katılmış davetliler arasına..

böyle bir yazı şöyle bitmez di mi? bu yaz iyi konser yaptı, iyi de göç..

4 Temmuz 2008 Cuma

sanat heyecanı

yeni bir dil, yeni bir disiplin, yeni bir imkân..

3 Temmuz 2008 Perşembe

desserts


Desserts

27 Haziran 2008 Cuma

intihar

hassas olduğum bir konu bu. yakını intihar eden kişilere karşı özel bir merhamet besliyorum. danışanlarla çalışıyorken de en çok bundan etkileniyorum...geçenlerde kardeşi intihar etmiş bir danışanla emdr çalışırken ağlamamak için zor tuttum kendimi. gidip kardeşlerime " bak ne kadar zorlanırsan zorlan, durumunu ne kadar içinden çıkılmaz hissedersen hisset, ne kadar hatalar yapmış, kendine küsmüş olursan ol, ben yanındayım, seni her halinle, her hatanla seviyorum, elimden geleni yaparım senin için" diyesim geldi.. bunu tüm sevdiklerime söyleyesim var hatta... çünkü intiharı seçen kişinin nasıl bir yalnızlık yaşadığını hayal edebiliyorum... ama kalan da kendini çok çaresiz hissediyor... sesleniyor ama sesi artık ona ulaşmıyor... geriye sadece keşkeler kalıyor...

tahrir

tezhip ve ebruda tahrir dedikleri bir şey var, çerçeveleme anlamına geliyor. lûgata baktım, tahrir aynı zamanda kaydetme, kayda geçme demekmiş. bir anlamı da yazmak demekmiş ve muharrir kelimesi ile aynı köktenmiş. ve de aynı zamanda hürriyet demekmiş. sınırları ve hürriyeti ayrı ayrı çok seven benim için heyecan verici bir bilgi bu..
25 Haziran 2008 Çarşamba

az evvel ahmet yüksel özemre'nin vefat haberini aldım.Allah rahmet eylesin.. biz bir ay önce, mahmut erol kılıç amcadan sağlığının iyi olmadığını öğrenmiş, üzülmüştük.. o da göçmüş buralardan..bu posta rahmetle anış için olsun.. nusret çolpan'ı, necati coşan'ı, cengiz aytmatov'u, ahmet yüksel özemre'yi ve güzel izler bırakmış tüm göçenleri..

öfke

25 Haziran 2008 Çarşamba

.. derler, benim ruhum için de öfke öyle birşey işte. ben öfkeye alışamadım. durmuyor bende, rahatsız ediyor. ne zaman birine, birşeye öfkelensem gece rüyama giriyor o öfke, bilinçaltımın en hızlı kustuğu, en hızlı reaksiyon verdiği şey.
dün gece ise bence çok sevimli bir şekilde gösterdi kendini. rüyamda üst kat komşularımızın pat diye içeri düşüşünü gördüm, ahşap bir evmiş komşularımız da sembolik kıyafetli kadın ve adamlardı. hani böyle meraklı insanlar dinlemek için kapıya yaslanır da açılınca içeri düşerler ya öyle bir düşüştü. sonra bu düşen komşular bizim evi yol geçen hanına çeviriyorlardı. üst kata çıkmak için ve alt kata inmek için evin içinden geçmeleri gerekiyordu. çoluklarına, çocuklarına da öğretmişler, ailecek bizi rahatsız ediyorlardı. türlü türlü numaraları vardı bunun için. mesela giyinmiş süslenip püslenmişler dışarı çıkacaklar, bizim evin içindeki merdivende karşılaşınca bir anda kıyafetleri pijamaya dönüşüyordu, bu da daha asab bozucuydu, pijamalarıyla evimizde dolaşan münasebetsiz komşular... biz de işte sinirleniyorduk bunlara.. en sonunda bu komşu ailenin reisini bir güzel pataklayıp cimdikledim rüyamda, çok fena da hakaret ettim.. sinirim geçti mi.. biraz azaldı sanki..sonra sabah bu sembolik rüyayı şöyle yordum-rüya esnasında da böyle hissetmiştim- sanki bilinçaltından üstüne çıkan münasebetsiz bişeylere sinirleniyordum. pattadanak dalışları öyle hissettirdi bana. sevimli kısmı bu işte :)

flamenko



ben küçükken, reankarnasyon denen şeyi ilk duyduğumda, bir sabah programında bir önceki hayatında ne olduğunu anlatan adamı dinlerken acaba demiştim.. belki de ben bir önceki hayatımda ispanyol'dum, flamenkocuydum.. böyle bir şeye inanmıştım işte.. ve itiraf edeyim ki o kadar da küçük değildim.

07/06/08

flamenko gecesi

9 Haziran 2008 Pazartesi

23 Mayıs 2008 Cuma

mayın tarlası

içime sinmedi sevgili okurlar, sizi bir konuda uyarmadan gözüme uyku girmeyecekti.
bu saydığım, saymadığım ve varlıklarını bilmediğim kategorilerden herhangi birine dahil olursanız başınıza gelebilecek felaketler konusunda sizi uyarmak için sıcak yatağımdan kalktım geldim. hapı yutarsınız söyliyim.. mavi mi kırmızı mı?

bazı tehlikeler var işte..

aşk denen şu illet


aşk, ideoloji, güven ve irade üzerine

bir fiyakalı başlığın daha gururuyla sizleri selamlıyorum..
sizler dediğim çok çok az kişisiniz, bu nedenle rahat olacağım, çok mahrem bir şeyden; aşktan bahsedeceğim. fekat siz de rahat olabilirsiniz çok daha az mahrem bir düzlem üzerinden konuşacağım,ideolojik düzlem, hatta bu kelime ayşeciğim için gelsin; ideolojik bağlam. sonra çook kıymetli bir zemine basacak pergelciğin ayakları.. ama önce aşk...

"insanların hayatlarında tatmadıkça bilemeyecekleri mutluluklar, sevinçler, acılar, müphem, muğlak, dile getirilemeyen duygular, haller var.

insanoğlu bir kapalı kutu. içinde ne gizli köşeler, ne mahrem mekânlar var.

seni anlıyorum.
seni seviyorum.
senden nefret ediyorum.
seni istiyorum. sensiz yapamıyorum. vesaire.
bütün bunların mânası her ferde, her âna, her şarta göre farklı farklıdır.
ama ne kadar garip. umumi olarak kullanıp duruyor ve anlaştığımızı sanıyoruz."
mustafa kutlu/ kapıları açmak

pek çok şeyler yazılmış aşk için, pek çok şeyler söylenmiş. kişi sayısınca tanımı vardır belki ve hatta, kişilerin aşkları sayısınca. mevlana hazretlerinin sözüydü sanırım "aşkı her tadışımda bir evvelkine aşk diyişime tevbe ettim" diye... aklıma transaksiyonel analizle alakalı bir geçiş geldi ama o geçiş yazıyı çok dağıtır. iyi ki en başta bir taslak yapmışım. transaksiyonel analiz cepte olsun...

diyordum ki aşk tanımları başka başka, romanlar dolusu, şarkılar, şiirler, masallar, kitaplar, kuytular dolusu... aşk şaraba benzetilir. şarap sıvıdır. sıvı bulunduğu kabın şeklini alır.

amfetamine benzeyen bir madde misin? yoksa kalpteki kara nokta mısın? ya da evvela şunun soralım, var mısın? şarkımız aşk var diyor.

tamam da nerdesin?

yazının devamı silindi..

21 Mayıs 2008 Çarşamba

gerizekalı sevgilim benim

eğlenceliymiş bu :)
gerizekalı sevgilim

20 Mayıs 2008 Salı

tebdil-i mekân

güvenli yer egzersizi diye bişey yapıyoruz terapi esnasında, kendimizi huzurlu, rahat, iyi hissettiğimiz bir yeri hayal ediyoruz. geçen hafta bir danışana anlattım bunu, bana şöyle dedi " onaltı yaşındaydım, aşıktım, unutamayacağımı anlayınca ta isviçre'ye gittim kafam dağılsın diye, dağılmadı tabii.." ne anlatmaya çalışıyor diye düşündüm evvela.. devam etti sonra.. huzurun insanın içinde olduğunu, mekandan münezzeh olduğunu anlatıyormuş. güvenli yer egzersizine getirilebilecek en hoş eleştirilerdendi, kaydedildi. tam da kaçmak, gitmek isterken uzaklara...

mekân

ne kadar kedi olduğumu hatırladığım günlerin ardından, bugün bir danışan çalıştığı mekânın kendini boğduğundan bahsetti.. evet mekân bazen boğar insanı.."sanki bir hücrede hapismişim gibi geliyor" dedi.. kimya-yı saadette huzurdan bahsederken insanın içi eğer genişse mapushane odası ona dünyanın en ferah yeri gibi gelir, eğer insanın içi daralmışsa, tahtlar, saraylar ona sıkıntı verir diyordu. aklıma bu geldi ama bu dalton ana'dan sonra geldi, hücre ve iç sıkıntısı diyince evvela dalton ana gelir aklıma. hani hapse girince perdeler işler, örtüler serer, siler, süpürür o hücreyi çiçek gibi bir odaya çevirirdi ya, hayrandım buna :) bunlardan bahsetmedim tabii danışana..

görüşme bitip de odada yalnız kalınca, kısacık arada kitap okuyayım dedim:

"insan ile mekân, eğer anlaşır sevişir ise ne güzel bir manzara doğuyor.
işte şu küçümen ev.
bakımı yapıldıktan sonra yüzüne kan gelmiş, pembeleşmiş, yeniden hayat bulmuş bir hastaya döndü.
hatta uzaktan bakıldığında bir kartpostal güzelliğine büründü. o beyaz duvarlar, o kırmızı kiremitli çatı.
çatıya uzanan yeşil ıhlamur yaprakları. sardunyaların kahkahaları, ebruli ortancaların söylediği oynak türküler" kapıları açmak/ mustafa kutlu

gedo senki

bana tehanu diyebilirsiniz..

ben aslı,
ejderhaları severim ve hayatı ve de isimleri...
ismim yanarak can veren bir aşığın hikayesinden
bundan mıdır bilmem,
en korktuğum şey yanmak ta küçüklükten..
bir ismim daha var,
az bilinen,
yerdeniz serisini okumuştum vaktiylen
orda herkesin bir bilinen ismi vardı
bir de bilinmeyen
söylediğinde ismini birine
sırrını bilirdi
ve sana tesir edebilirdi.
ben aslı, ölüm ve hayat hakkında düşünmeyi severim
bir şey canlı mıdır değil midir merak ederim
ve de canlı olan şeyleri severim..
burda okuyacağınız iki üç şeyden biri biyofiliyadır
ben aslı, iyiyim hoşum da biraz kendimi tekrar ederim
o kadar kusur kadı kızında da, keşiş kızında da...
yerdeniz serisi diyordum,
öykülerden birinde therru var,
bir yangına kurban gidiyor
yüzünde bir yanık izi therru'nun,
ona hayatı söylüyor...
therru yanmak demekmiş,
biraz benim çok bilinen ismimi andırıyor
yani biraz zorlayınca
asıl adı ise tehanu,
hayat veren anlamına geliyor
benim az bilinen ismimle aynı anlamda..
ve bu therru aslında biir ejderha..
ben çok severim ejderhaları,
tüm isimlerini.

16 Mayıs 2008 Cuma

nasip

son olarak nasipten öte köy yok diye bitiriyorum bu karar, kararsızlık bahsini.
sinema hayatım da başladığı gün bitmiş oldu.. sanat dünyası büyük bir yönetmeni kaybetti ama bir o kadar büyük bir ressam kazanmıştır belki :P
şimdi ya da asla filmi geldi aklıma
hani morgan freeman "senin için kalıyorum yaar " demişti ya, hayallerden vazgeçmişti ya, hani jack nicholson da "kendim için gidiyorum yaar" demişti ya, sonra hayallerine kavuşmuştu ya aşktan, sevgiden başka..
ağlayasım geldi şimdi salak saçma birşekilde..

ve de

böyle zamanlarda, böyle bin bir tane karar ve plan arasında
sanki karar hayati gibi geldiğinde
bazen şey olur,
birşey olur ve karar marar anlamsız olur
uzak etsin Allah bir hastalık filan çıkar
ya da başka türlü birşey
ama sürpriz birşey
o zaman dersin ki ne saçmaymış içinde bulunduğum hal.

karar

hızla karar vermem gerekiyor.
karar verip caymamam gerekiyor.
bu aralar bütün kararlarımdan cayabilirmişim geliyor.
ama sürekli de bir planlar var...
haziran ayı, temmuz ayı, eylül ayı, 2009 ve ömrün kalanı...
ya yoksa...
karar vermek şu an bana dünyanın en sıkıcı görevi gibi geliyor.
bütün bütün bütün kararlardan kaçasım geliyor
her şey inanılmaz biçimde gözümde büyüyor
biri bana sakin olmamı söylesin.

bu sabah içim içime sığmıyor

diş minem üşüdüğünde sevindim dün, bir de baktım şarkı da aynı...
komik ve de güzel..
benim bugünlerde çok çatal bir ruh halim var...
hiç bitmiyor hayal kurmalar...
oooof ne olacaksa olsun diye bir çığlık atasım var..
sonra durasım ve hep durasım var
mesela şimdi dursam hayat kolay olurdu
ama durmuyor ki akıyor
dursam şimdi dedim de
bugünlerde ölüm çok sık aklımda
ama hiç daha evvel olmadığı kadar da canlı
daha derinden duyuyorum selaları
bitecek duracak...
bir yerde dinlenmek güzel olurdu..
yer ve zaman...

14 Mayıs 2008 Çarşamba

dertli gönüllere giren işte benim zeki müren

bu sabah çok dua aldım, iyi geldi bana...
bazen aç olursunuz çünkü, siz aç olunca sizi doyuran vardır.

görüşmelerde aklıma şu geldi, bu kadar hayat var ya, bir de bunların içindeki başka hayatlar da var, danışanlar var, onların kızları, oğulları, karıları, kocaları, anneleri, babaları, abileri, ablaları, erkek arkadaşları, kız arkadaşları var... kendimi bir anda bu yakınlardan birini çok merak ediyor bulunca, değişik geldi bu bana...

aslında garip bir işim var, biri geliyor, odama giriyor, koltuğa oturuyor, içini açıyor, çok açıyor, ama istediği kadarını, sonra ağlıyor, sonra susuyor, anlatmaya devam ediyor . sonra mesela odadan çıkıyor, hayatına devam ediyor, ertesi hafta geliyor, yine anlatıyor. bazen bir vakitten sonra gelmemeye başlıyor, drop out diyoruz, ya da bazen görüşmeleri sonlandırıyoruz. yani artık gelmiyorlar, anlatmıyorlar. bazen merak ediyorum gelmeyenler neredeler napıyorlar, nasıllar... niye aramıyorum ki..

13 Mayıs 2008 Salı

bi gün doğacak çocuklara isimler

kızlarım olursa adlarını, ülfet, inanç ve hayat koyarım,
saçlarını tararım.

ebe uzlet

dün çok güzel bir kaç dakika yaşadım yeşil köşkün önünde sükûnetle dururken, sükûnet iyi bir arkadaştır. ama başka iyi bir arkadaşı arayasım geldi o an, aramadım sonra, sükûnet iyiydi yanımda. o anın içinde güzel birşeyler varsa bunu sevdiklerimize anlatmak isteriz.. deniz muhteşem, renkler büyüleyici, gece ne sakin, ne huzur verici deriz.. birbirimizi davet ederiz kendi anlarımıza, mekanlarımıza. bazen hatta ortak bile ederiz yediğimize, içtiğimize.. şöyle leziz bir iskenderdi, böyle enfes bir künefeydi diye... yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmesin diye.. biz elfler yaptığımız her işe sevdiğimiz şeylerin düşüncesinden katarız.

aslında güzel olmayan şeyleri de paylaştığımız örnekler geldi şimdi aklıma, midem bulanıyor, dişim ağrıyor, korkunç bir rüya gördüm, berbat bir gün geçirdimler gibi...

ülfet ne güzel bir şey.. ne çok sevdiğim birşey...

12 Mayıs 2008 Pazartesi

teşhir saati




nida (r.a) küçük prensli kartpostaldan sonra bana bir de küçük prensli kalemtıraş göndermiş. kartın üstünde şöyle yazıyor: "man sieht nur mit dem herzen gut. das wesentliche ist für die augen unsichtbar" yazıyor yani, "insan gerçekleri sadece kalbiyle görebilir. en temel şeyi gözler göremez."



kalemtıraş ise bana şimdi medeniyeti çağrıştırdı yine, ayşe ile az evvel yaptığımız sohbetin üstüne. tıraş bir medeniyet işidir. genelde yontulan medenileşir. medenileşmek biraz da evcilleşmek gibi. böyle şeyler işte...



yanıyor mu yeşil köşkün lambası yaar

Dört günün ardından…

Bir sürü kapılar açılıyor emdr ile sonra kapanıyor bazısı nazikçe
Benim kapılar nazikçe açıldı ve kapandı en azından..
Her zaman o kadar nazik olmuyor bu, biliyorum..

Emdr'dan önce bazı konular vardı, şunu şunu yazayım dediğim. Benim böyle hazır konularım hep oluyor, yoğrulmamış hamurlarım. Genelde benzer benzer şeyler… kararlılık, irade konusu vardı ile’de, ben ordan doğal olana, olmayana gitmiştim zihnimde, medeniyete ve daha ilkel olana... eğitim bir de… Güven meselesi vardı biraz da ondan evvel… bunu biraz bekleteceğim.. ile’ye dönüyordu güven meselesi ve yine doğal olana olmayana..


Emdr’dan sonra.. kapılar açılmış sanki… Bıraksam öyle de çok açılacak ki… bu metafor iyi mi oldu ne..Mevzu bir tıkanma ise… Sevdim ben bu tekniği.. dün gece rüyamda david grand’in müziklerini dinlettiler bana.. Ne mi bu emdr? Bizi zorlayan tıkanmış hatıraların (his, düşünce, olay, hayal, bedensel hatıra) çift yönlü uyarım ile (sağa sola hareket eden parmağın gözle takibi, çift yönlü uyarım veren sesler, dize, ele uyarım vs..) çözülmesi işlemi özet olarak. Eye movement desensitization and reprocessing yani. Çok özet oldu ama böyle bir şey işte…

Bugün bir ara durdum, o yeşil köşkün kapısı önünde karşımdaki yeşil ağacı seyrettim. Rüzgarı hissettim. Sadece durdum öyle. Uzun bir süre. Günlerdir ilk defa durdum. Durmak ne güzel bir şeymiş…

Eve dönüş yolunda kedi olduğum eski günler geldi aklıma. Mekan hatırası da var insanın ama daha çok kedilerin. Öyle yazıyordu bir kitapta, ben o zaman kediydim, o kitabı okuduğumda. Kediler insanlardan çok mekanlara bağlanır diyordu, kedi miyim ki demiştim…

Aklıma mekanlar geldi işte, bu yeşil binayı özleyeceğimi hissettim dört günden sonra… sonra diğer bina geldi geçen yazı geçirdiğimiz, sonra içi yeşil boyalı ortası inkişaf perdeli o oda geldi, lisede duvar kenarı arka sıra, bahçede belief ağacı altı, moda, sonra yine moda ve biraz daha moda, mare serenitatis, evet ben bir kediyim, kabe.


Ookeey keep it, go on, just follow it, goood ookeey goood…

5 Mayıs 2008 Pazartesi

ah muhsin ünlü şiirinde biyofiliya ve nekrofiliya III

"modern bir alışkanlıktır ölmek, seni doğasıya seviyorum"

modern bir alışkanlıktır ölmek. çünkü klasikte ölen hayvan imiş, aşıklar ölmezmiş.
çünkü ölmek kanlar içinde, bir anda, şedid.. hızlıdır çünkü...

doğmak bir bekleyiş gerektirir, bir tünel, bir sancı, bir ışık, bir geçiş, bir ayrılış, bir yol...
doğmanın sorumluluğu vardır çünkü...

ah muhsin ünlü şiirinde biyofiliya ve nekrofiliya kavramları II

WERTHER'İN YOLUNU TUTUP
KANLAR İÇİNDE İNLEYEREK ÖLMEK
yahut
KAYS'IN YOLUNU TUTUP
ANLAR İÇİNDE DİNLEYEREK OLMAK
ya da
İNSANLAR

bir başka şiirinde

seni sevmem
bu savaşı
kesintiye uğratmaz
ama ordan bakma!
bu, werther'in
leş kanını
gül kılar.

"modern bir alışkanlıktır ölmek, seni doğasıya seviyorum"

biyofiliya ve nekrofiliya kavramları

ilk defa alev alatlı'nın viva la muerte'sinde görmüştüm bu kavramları, hani bir kitap okudum ve hayatım değişti derler ya.. benim için öyleydi orda kimse yok mu serisi, bilhassa da viva la muerte.. biyofiliya da kitabın içine öylesine sindirilmişti ki size kitabın bunu ne kadar leziz, nefis bir biçimde anlattığımı göstermek istesem gösteremem şimdi, kitabın şurasında burasında tanımlanmış bir şey değildi, limonatanın içindeki şeker gibiydi.. ama bana bir ipucu vermişti kitap biyofiliya ve nekrofiliya'yı tanımıyla okumak istersem erich fromm'dan sevgi ve şiddetin kaynağını okumalıydım. okudum ben de, viva la muerte'deki lezzette olmasa da şöyle :

"yaşamseverlik en iyi biçimde üreticilik eğiliminde ortaya çıkar. yaşamı tümüyle seven bir kişi yaşam sürecine ve her alandaki gelişmeye ilgi duyar. elindekileri öylece tutmaktansa onlarla bir şey kurup yaratmayı yeğler. her şeye şaşırarak bakabilme gücü vardır; eski şeylerin getirdiği güvenlik duygusunun yerine, yeni şeyler aramaktan hoşlanır. kesinlik yerine yaşam serüvenini seçer.yaşama yaklaşımı mekanik değil, işlevseldir. yalnızca parçaları değil bütünü, sayısal toplamlardan çok yapısal bütünlüğü görür. insanları cansız nesnelermiş gibi şiddet kullanarak, parçalayarak, örgütsel kurallarla yöneterek değil sevgisiyle, aklıyla ve kendi kişiliğiyle etkilemek ve biçimlendirmek ister. salt heyecan yerine yaşamdan, yaşamın her türlü belirti ve görüntüsünden zevk alır."

"ölümseverler geçmişte yaşarlar; hiçbir zaman gelecekte yaşamazlar. iç dünyaları da doğal olarak duygusaldır; başka deyişle dün sahip oldukları ,-ya da sahip olduklarını sandıkları- duygularının anısını özenle korurlar. soğuk, herkesten uzak, “yasaya ve düzene” tutkun insanlardır.”ölümsever kişiyi organik şeyleri inorganik şeylere dönüştürme dürtüsü, başka deyişle yaşama tüm canlı kişiler cansız nesnelermiş gibi mekanik bir açıdan yaklaşma dürtüsü yönetir. tümüyle canlı süreçler, duygular ve düşünceler cansız nesnelere dönüştürülür. önemli olan deneylerden çok anılar, var olmaktan çok sahip olmaktır. ölümsever kişi, bir nesneye –çiçeğe ya da insana- karşı ancak ona sahip olduğu zaman ilgi duyabilir; bu yüzden onun sahib olduğu şeylere yönelen tehdit, kendisine yöneltilmiş bir tehdit gibidir; o kişi, sahib olduklarını yitirirse dünyayla olan bağlantısını da yitirir. öümsever kişilerin sahip olduklarını yitirmektense yaşamı yitirmek gibi paradoksal bir tepki göstermeleri bundandır, yaşamını yitiren kişinin, sahip olduğu şeyleri zaten yitireceğini göremezler. böyle bir kişi denetime tutkundur; denetlerken yaşamı öldürür. yaşama karşı derin bir korku duyar; çünkü yaşam yapısı gereği düzensiz ve denetimsizdir. süleyman’ın yargılama öyküsünde haksız olarak çocuğun annesi olduğunu iddia eden kadın, bu eğilime tipik bir örnektir; bu kadın canlı çocuktan vazgeçmek yerine, ikiye bölünmüş çocuğun yarısını yeğler. ölüm sever kişilere göre adalet yanlışsız bir bölme işlemi demektir; bu kişiler, kendilerince adalet saydıkları şey uğruna ölmeye ve öldürmeye hazırdırlar. “yasalara ve düzene” taparlar- yasayı ve düzeni tehdit eden her şey onların gözünde benimsedikleri yüce değerlere karşı girişilmiş olan şeytanca bir saldırıdan başka bir şey değildir."
“insanların her şeyin tümden yok edilmesinden korkmamaları, ya yaşamı sevmemelerindendir; ya yaşama karşı umursamaz olmalarından, ya da giderek çoğunun ölüme çekilmelerindendir.bir bakıma bu varsayım insanların yaşamı sevip ölümden korktuklarını dahası kültürümüzün önceki kültürlere göre insanlara daha çok heyecan ve eğlence sağladığını söyleyen varsayımla çelişmektedir. öyleyse şunu sormamız gerekir: bizim eğlence ve heyecan dediğimiz şey yaşama sevincinden ve yaşam sevgisinden çok başka bir şey olmasın?yaşam, yapısal bir gelişmedir bu nedenle yapısı gereği sıkı bir denetim altında olamaz ya da önceden belirlenemez. yaşam alanında ancak sevgi, uyarma, örnekleme gibi yaşam güçleriyle etki sağlanabilir. yaşam ancak tek tek örnekleriyle bir bireyde, bir kuşta, bir çiçekte algılanabilir. “kitleler” in yaşamı diye bir şey, soyutlanmış bir yaşam yoktur. günümüzde yaşama yaklaşımımız gittikçe mekanikleşmektedir. başlıca amacımız nesne üretmektir, bu nesnelere tapma süreci içinde kendimizi de mala dönüştürmekteyiz. "

böyle işte...

22 Nisan 2008 Salı

deniz


insan vücudunun % 70'i denizlerle kaplıdır, bu nedenle insan denizi özleyici bir canlıdır.

topraktan yaratılmış olan bedenin toprağı özlemesi gibi bir şeydir bu.

ama hiç birimiz ada değiliz ( no man is an island) çünkü dört tarafımız değil de dörtte üçümüz kaplı denizle. içi dışı deniz olduğundan- dünyanın da % 70'i denizle kaplı olduğundan- insan denizli metaforlar üreten bir canlıdır.

derinlik bildirir, esrar bildirir, vakıf olamayız, kara gibi üstüne basamayız, fırtınalıdır, durgundur, içinde hayatlar barındırır, medi vardır, ceziri vardır, aydan etkilenir, ışıklar yansıtır, oyunlar oynar, denizkızlarını gizler ve daha nice efsaneler, altında yirmibin fersahlar, tatlar, tuzlar... ve duramayıp aya bile deniz yükseltmeler...

ayda sevdiğim iki deniz var, biri durgunluk denizi.

vefa eskimeyen moda :P

vefa, insanın kendine yakışanı giymesidir bence, moda istanbul'da bir semt olabilir.

yalan, giz ve mesafe

oğlum yıkadın mı ellerini dediğinde annesi çocuğa ve çocuk ilk yalanını söylediğinde annesine "yıkadım" diye, aymadığında annesi bu yalana, bu önemli bir andır çocuk için dedi emre bey amca, kaydettim bu bilgiyi ben de . çocuğun anneyle ayrışması için önemlidir annesine yalan söyleyebilmesi, bir şeyleri gizleyebilmesi ve annenin de çocuğa her yerde gözü var izlenimi vermemesi.
ilk ayrışmamız anneyle...

insan ayrışan ve kavuşan bir canlı...

ayrışınca bağımsız, bu önemli... bu bilgi ile ben yalan ile barıştım...


yalanı ya da gizi bir rafa kaldırdım. ile okumaya başladım,
"yalan söylemek zorunda kalmak, en temel bağımlılık biçimidir; çünkü, ilişki doğrular üzerine değil, yanıltılmış bir 'öteki'nin yanlış kanısı üzerine kurulmağa götürür; o zaman sözkonusu olan da, ilişkiyi, iki kişinin, özgür eşitler olarak karşılıklı bağımsızlıklarıyla kurmaları değildir; yalan söyleyen kişi yalan söylenen kişiye-onun birşey bilmemesine ya da yanlış bilmesine-bağımlı duruma düşmüştür." ile/176

bağımsızlaştırabilir ve de bağımlılaştırabilir. ben bu bir şeyin hem onu hem de bunu yapabilmesini seviyorum bu hayatta..

bir başka blog

yazacak çok şey var ya da bir iki şey..
o bir iki şey hep farklı farklı salınıyor etrafımda.
bir salıncak olsun bahçede, göğe uzanalım.