29 Mart 2010 Pazartesi

hayyam



hiç hiçbir şey bilmiyorlar
bilmek istemiyorlar
hiç hiçbir şey bilmiyorlar
bilmek istemiyorlar

şu cahillere bak
dünyanın sahibi onlar
şu cahillere bak
dünyaya egemen onlar

onlardan değilsen eğer
sana zalim derler
onlara aldırma hayyam
dostum, dostum...

hiç hiçbir şey görmüyorlar
görmek istemiyorlar
hiç hiçbir şey görmüyorlar
görmek istemiyorlar

şu cahillere bak
dünyanın sahibi onlar
şu cahillere bak
dünyanın hakimi onlar

ben bu şarkıyı seviyorum ama biraz sorunlu bence :)
sen ona cahil de, o sana zalim desin geçinip gidin gül gibi. ama ben sevmiyorum bir grubun aidi olup dışardakine cahil demeyi.

yazı-tura

saçma bir alışkanlık gelişti bende, kararsız kaldığım işlerle ilgili yazı tura atıyorum ve ekseriyetle de neticeden pişman olmuyorum, bakalım bakalım..



22 Mart 2010 Pazartesi

müzik kutusu

sevgili yazlıkblog dinleyenleri, bugün sizler için birbirinden güzel şarkılar seçtim.

ilki münip utandı'dan geliyor, geçtiğimiz haftasonu, ali emiri kültür merkezindeki konseri sayesinde gördüm ki halkımız bu kıymetli sesi tanımıyor, çok içerledim doğrusu, tanıtmak boynumun borcudur dedim:
fikrimin ince gülü

konserde söylediği başka bir şarkıyı daha paylaşmak istedim ama bulamadım, şarkıyı dinlerken bazı tsm eserlerinin ne kadar tasvir zengini olduğunu düşünmüştüm. bir resim çiziyorlar gözümüzün önüne, dinleyeni içeri davet eden bir resim.

münip utandı yokmuş, jülide sezen'den dinleyelim madem:
rüzgar uyumuş ay dalıyor

ardından başka bir tasvir zengini şarkı geliyor, bu sefer münip utandı'dan:
çepçevre bahar içinde

sıradaki şarkımızı ise ilk defa dün akşam dinledim ve vuruldum :
ana baashaq el bahr

ve sayın dinleyenler son şarkımız bir tutam baharat filminin müziği:
ya sta limania

bir sonraki programa değin esen kalın :)

11 Mart 2010 Perşembe

2049

"ademoğlu günlerden ibarettir her gün bir parçası eksilir " demiş biri, bana da sanki her gün biraz daha örülüyoruz gibi geliyor. dün, bugün ve yarınla.
geçen gün biri dedi ki " zaten herşeyi unutur o, unutmaya meyyal" üzüldüm bunu duyunca, o unutmaya meyyal kişinin haline, gördükleri rüyaları hiç hatırlamayanlara da üzülürüm. bildiğimiz kadarıyla dünya gözüyle bir tanecik hayatımız var. insan unutmak için mi yaşar o biricik hayatı?

zaman


akan ve duran şeyler üzerine düşünmeyi çok küçükken, dedemin çoruh'a bakan yazıhanesi sayesinde öğrendim. balkondan aşağı bakarken apartman yüzüyor gibi hisseder, bu hissi severdim.
bir keresinde daha 6 yaşında ya var ya yokum, kaçıp gitmişim dedemin yanına, küçük bir çocuk için uzun bir yoldu epey.
dedemi özledim şimdi ve çocukluğumu.

8 Mart 2010 Pazartesi

bazı terslikler



"yezitler" ters yazılmış :)

siz zira şunca münafık ve müşrik yezitler fahr-i aleme iman eyledik derlerdi yine kasd edip ol evlatların kimini zehir ile ve kimini susuz şehit eylediler hep lailahe illallah muhammedür resalullah diyen mel’ûn müşrik yezitler edipler ki onlara bu cefaları reva görüp …….

1 Mart 2010 Pazartesi

konuşmak

çok sevdiğiniz çok kıymet verdiğiniz biriyle konuşacak ortak bir konunuzun kalmadığı oldu mu?
konuşmanın sık sık tıkandığı, konuşsanız da ortaya kocaman bir yabancılığın çıkacağı anlar?
belki de yabancılık çıkmalıdır ortaya.

yazıdan uzun edit: bana "bu tıkanmayı yaşadığın kişi ben miyim" diye soran veyahut bunu kendi kendine düşünen sevgili arkadaşlarım, bu konu gayet alakasız bir yerden düştü aslında aklıma. leyla ipekçi için ayşe arman bir yazı yazmış, onu gördüm. eski dostmuşlar da sonradan yabancılaşmışlar, leyla dine merak sarmış, artık ayşelerle alışverişti, modaydı filan konuşmak ilgisini çekmiyormuş. düşündüm sonra, insanlar dostlukları konuşarak kuruyorlar. sonra mesela değişiyorlar aynı yönde yahut aynı hızda olmuyor diyelim değişimler, o zaman ortak konular azalıyor, konuşmalar tıkanıyor, tatsızlaşıyor. ve insan dostunun kendisini anlayamayacağını düşünür mü? düşünüyor, daha çok susuyor. sanki herkeslerin bir şahsi sözlüğü var, olaylar, anılar, anlamlar hep şahsi. ancak emek vererek öğreniyorsun diğerinin dilini. ve tabii istidat da lazım. hali hazırda kendisinin konuştuğu dile yakınsa bu arkadaşın dili kavramlar örtüşüyorsa, oh ne ala hemencecik intibak ediyor diyelim. ama sonra değişirse arkadaşlardan biri, diğeri yetişemezse o değişime ya da istekli olmazsa hiç öğrenmeye, o zaman yabancılık başlıyor işte.
istidat, emek ve isteklilik belirleyicileri gibi sanki bu öğrenme sürecinin. filmlerde romanlarda en sevdiğim şeylerden biri de bu hayali insanların tamamen yabancı birinin dilini öğrenmeye çok açık ve hevesli olmaları, sizce de güzel değil mi?