29 Ağustos 2009 Cumartesi

ramazan geldi, hoş geldi

gündemimi meşgul eden alakasız bir sürü konunun telaşından fark edememiş olsam da gelmiş ramazan hem de güzel gelmiş, hoş gelmiş.

27 Ağustos 2009 Perşembe

sözel olmayan

terapilerde müzik kullanımıyla ilgili bir bahis esnasında talat parman'dı sanırım sümeyra çakır'dan da dinlemiş olabilirim o da kohut'tan duymuşmuş galiba, neyse demiş ki " müzik, egonun tehdit almadığı bir alan oluşturur, müzik sözler gibi tehdit edici değildir." terapide sadece sözel olmamak için elimden geleni yapıyorum.

madonna'nın bedtime story şarkısını seviyorum, ne de olsa sözlerini björk yazmış. sözlerin işe yaramazlığından bahsediyor "let's get unconscious honey" diyor.

pek çok çerçeveli düşünme eğilimi içerdeki huzuru kaçırabiliyor zaman zaman. 2004 senesinde beni bir kütüphaneden kaçırışı gibi . bunca kitap bunca fikir bunca pencere bööğ diyerek dışarı çıkmıştım, gerçek bir mide bulantısıyla. eskiden gayet sözel bir alanda huzur bulabiliyordum, ortasından inkişaf perdesi geçiyordu, tek başına sözel değildi elbette ki ama yine de ziyadesiyle sözeldi. şimdileri ise o duyguyu çoğunlukla sadece sözel olmayanda yaşayabiliyorum. sözel olmayanda kendimi de çerçeveleri de bırakabiliyorum. pratikte desen zehir gibi teori dersen sallanmakta bu defa, bir defa da farklı birşey olsun hem.

samimiyet meselesi yine

sayın dinleyenler, ben saydım çok yokmuş.
yani bazenleri içerinin dilini içerden biri gibi konuşuyorum ama kendimi bilhassa dışarda tutarak ya, ekseriyetle o zamanlarda bir çerçeveye atıfta bulunuyorummuş. bulunmuyorsam size bir ipucusu vereyim, beni bilirsiniz bazenleri bir şey anlatırken heyecanlı olurum, görürsünüz duygumu yüzümden bazenleri de donuk olurum çok, işte o donuk konuşmalarımda ben çerçeveye atıfta bulunmuyorsam bile bir çerçeve fikri vardır muhtemelen zihnimde, işte o zaman bana sorabilirsiniz "başka çerçeveler var di mi " diye, "başka bir kadın var di mi " diye sorar gibi sorabilirsiniz bunu.

samimiyet

dün dedim ki, zihinsel malzeme bir çerçeve içinde gelişiyor ve zihnim bir konu hakkında düşüneceği zaman bildiği bütün çerçeveleri yoklamaya meyilli bir şekilde işliyor.

sonra içime dönünce günün sonunda bir tehlikeyi fark ettim. farklı farklı çerçeveler var, farklı kültülrel kodlar. yeni çerçeveler, yeni diller öğrenmeye meraklıyım biraz, zihnimin de çerçevelerden bazılarını başka bazılarına yeğ tutmama gibi bir temayülü var. bu yeğ tutmayış sayesinde yeni bir dili hızlı bir şekilde öğrenip ona intibak edebiliyor ve o dili iyi bir şekilde kullanabiliyorum. tehlikesi ise şu; bazen biriyle bir çerçeve içinde sohbet ediyorken onunla ortak dili kullanıyor oluyorum çünkü anlaşmayı sağlayan şey ortak dil. ama o esnada başka başka dillerde bu durumun başka türlü anlamlara gelebileceğini biliyorum, eğer o kişi aklıma gelen bu başka dillere aşina ise atıfta bulunuyorum bazen, bazense hiç bulunmuyorum aşina da olmasına rağmen, bazen uzun mesele geliyor, bazen de o çerçevenin dışına çıkasım gelmiyor, bazen sadece o anlar için o çerçeve, içinde çok rahat hissettiğim bir çerçeveye dönüşüyor ve o an için oranın aidiyetini hissediyorum. bazenleri de dışarda kalıyorum ama içersinin dilini kullanmaya devam ediyorum o konuşma içinde, akışa kaptırıyorum kendimi bazen ve sonra dönüp biraz rahatsızlık duyuyorum eksikli bir anlatımla karşımda yanlış bir tasavvura yol açmış olabileceğim için. dönüp samimiyet meselesini sorgulamam gerekiyor şimdi.

sözel olmayanın huzuru meselesi var bir de.

25 Ağustos 2009 Salı

aklın sistemden çıkması ve



bu vidyoyu 2007 mayıs ayında çekmiştim, metindeki bazı şeyleri şimdi değiştirebilirim ama bu haliyle de iyi bence :) aklın sistemden çıkmasıyla ilgili kısmı ise az evvel okuduğum kitaptaki olasılık koşulları bahsinden sonra daha manidar geldi.

Bir olayın olasılık koşulları semantik kaynaklarla onu düşünülebilir ve anlaşılabilir kılan güç çizgilerinin karşılıklı bir oyunudur. Düşünülebilirlikten kasıt, dilin formlarının bu olaya halihazırda bir biçim kazandırdığı ve onu halihazırda anlamlara büründürdüğüdür dolayısıyla da olayın anlamının ne olduğuna, deliliğe sürüklenmeden ya da tecride uğramadan duyularımızla sahip çıkabiliriz. Delilik Foucault'un tartıştığı(1971) üzere, kesinlikle dilden kovulmuş, delilik üzerinde akılla birlikte bir söylem gibi iş gören, onu çerçeveleyen, açıklayan, hakkında makul olarak neyin konuşulabileceğini hassaslaştıran düşünce aşırılığının bir örneğidir.( Parker ve ark.1995)

Birey olarak bilim adamının ancak kendi bilim cemaatinde genel söylem kodlarını edindiğinde "rasyonel" olduğunu görürüz. Sonuç olarak, bilimsel rasyonalite dilin, yerel olarak, ayrıcalıklı bir şekilde kullanılmasıyla kazanılır (Nelson, Megill ve McCloskey,1987; Simons 1990)

14 Ağustos 2009 Cuma

elini taşın altına koymak ya da

kocaman bir taş vardı bizim sokağın sonunda, parıltılı bir taştı, mahallenin çocuklarını bu taşın tılsımlı olduğuna inandırmış, kendim de buna inanmıştım. günahtan korkmasak yapacağımız şeyleri konuşurken verdiğim cevap sahte din kurmaktı çocukken şimdi bir de bunu hatırladım.

elimi altına koyamadığım taşları düşünürken geldi bunlar aklıma, çünkü taşların çoğu çok manasız görünüyordu gözüme. ezilecekse elim taş da manidar olmalı değil mi? nasıl apolitik oldum sorusuna böyle cevap verebilirdim apolitik olmak diye bir şey mümkün olabilseydi eğer. ama yaşıyoruz bu dünyada anlam veremediğimiz nice taşlar, kayalar arasında.

işte tüm bu "gerçek" kayalar saçma geldiğinde gerçek olmayan bir şeylere kaçasım geliyor.
masala, kurguya, rüyaya.

annem odaya gelip bahçedeki yaralı kediye merhem götüreceğini söyleyene kadarki düşüncelerimdi bunlar.

cemiyet ana

bağrına da basabiliyor, evlatlıktan red de edebiliyor mu?

ân

pazartesi sabah erkenden uyanıp çıktığım balkonda bulutları izlerken anlatmak dedim yine, kelimenin dibine bir film ismi de ekledim, yıllar sonra karşılaşan iki çocukluk arkadaşının hikayesini anlatmayan şu filmden bahsediyorum.
merak ediyorum acaba siz de anlatıyor musunuz? ve anlatmak sizin hikayelerinizi, hayatlarınızı nasıl etkiliyor? ben o kadar çok anlatıyorum ki, o kadar çok. anlatmak meselesi benim için çok büyük bir mesele halini alıyor. bir hikayeyi pek çok farklı şekilde anlatabiliyorum, her defasında da her anlattığıma inanıyorum. bana saf anlamına gelen "pur" diyorlar, doğru valla, inanırım buna da.
ne olmuş inanıyorsam her anlattığıma?
pek çok penceresi var bu evin, içersini de seviyorum dışarsını da.

bir sürü haller içinde halim

türlü çeşit hallerden geçiyorum sonra dönüp bakıyorum tanıdık geliyor bu haller başka bir yerlerden ve diyorum ki " demek ki bu haldeyken falancı şöyle şöyle hissetmiş" bu geçişlilik bana başkalarının hallerini bildiriyor mütemadiyen.

çapa: kişisel bütünlük, ahenk

6 Ağustos 2009 Perşembe

içersi

ey insanlar,
içinize bakmaktan korktuğunuz her gün kendinizden çok uzaklara gidiyor olabilirsiniz.
geri dönün!