28 Ocak 2009 Çarşamba

yaban

Zamanın birinde uzak bir ülkede bir oldboy yaşamış. Ben bugün nerdeyse onun hikayesini dinledim.Oldboylar çok severler, öyle bir sevmek görülmemiştir. Çok derin bir sevmektir o, çok kendinden bir şeyi sever gibi, çok koruyan, himaye eden, çok içten, çok hesapsız ve nerdeyse karşılıksız. Hep onu düşünmek, onun iyiliğini öncelemek gibi, aman o incinmesin diye üstüne titrer gibi, nerdeyse çocuğunu sever gibi. fekat rahatsız edici bir hikayedir bu, başında sevginin sıcağı sizi sarsa da.
ben bugün tam olarak bir akşam güneşi hikayesi dinledim.

25 Ocak 2009 Pazar

zaman

rüyamda bizim sokağın başındayız. biz diyorum ama sevgili okur, bu bizim içinde siz yoksunuz. ben ve o var sadece, duruyoruz öyle. bir şifacı kadın geliyor, benim kollarım, boynum ağrıyormuş, elinde bir merhem varmış galiba bu kadının kollarımı, boynumu filan sıvazlıyor, o da izliyor. sonra diyorum ki böyle orta yerde durmayalım biraz kenara çekilelim, biz kenara çekilirken o, orda kalıyor, yere bakarak oturuyor bir banka.uyandığımda rahatsızlanmıştım ya da başka bir terminolojide bedenim kendini iyileştirmek için semptomlar çıkarmıştı. onun yere bakışında, bakışlarında garip bir boşluk hatırlıyorum şimdi sanki unutmuş gibi, ben şimdi burda ne yapıyorum şaşkınlığı ama hafif ve puslu. aklıma hunag yaoshi geldi şimdi.

20 Ocak 2009 Salı

tiken

gezegenlerin hareketlerinden midir nedir dikenli bitkiler diken döküyor bugünlerde ve yine gezegenlerin hareketlerinden olsa gerek herşey de yolunda gidiyor sanki. bir kaç gündür bir bitkinin dikensiz halini izleyip duruyorum, ne de güzelmiş diyorum.

gezegenlerin bu isabetli kararlarının şerefine:

19 Ocak 2009 Pazartesi

çöl ortası

diyelim ki ben ortasındayım, tam ortasındayım günün, tam ortasındayım çölün. diyelim uçsuz bucaksız bu çöl, tek görebildiğim kum tepecikleri, alabildiğine engin bir çöl diyelim. ve ben orada öylece duruyorum. anneciğim, babacığım, arkadaşlarım ve tüm sosyal bağla-ntıla-rım, işim, gücüm ve tüm sosyal zımbırtılarım, evim sevgili gölgem başımı sokacak ve içi dolu ıvırım ve zıvırım, tüm bunlarım artık başka bir yerde diyelim. ya da ben artık bunlardan başka bir yerdeyim . yalnız mıyım? nasılım? neler hissediyorum?

duyularım, algı kanallarım açılmış mı biraz? tüm herşey hakkında, olan biten herşey hakkında bu tabiat kadar çıplak mı acaba hislerim, düşüncelerim? oyalanmasız, dağılmadan dikkatim. bulut bile yok, böcek bile yok, rüzgâr yok. herşey duruyor. ve durunca herşey ne garip değil mi?

17 Ocak 2009 Cumartesi

emdr röportajı

ayşe arman'dan emdr röportajı

mazi seyahat

bu hikaye paket yapan bir kadın hakkındadır.ben kadınla bir otobüs yolculuğu esnasında tanıştım.
mazi seyahatin hülyalı yolcularından biriydi. bir ara çay molası için aşağı indiğimizde, şirketten olan çayları yudumlarken sohbete başlamıştık, bana işinin inceliklerini anlatmıştı. bu hikaye incelikle paket yapan bir kadının yolculuğu hakkındadır. kahramanımız bu yola neden çıkmıştır? bu yola neden çıkılır ki, sıcacık ev bırakılıp şu soğuk kış gününde.. belki de biraz ısınmak için.. önümdeki, beyaz saçları başörtüsünden çıkmış tonton teyze sanki ısınmak için yolculuk ediyor gibi, yüzündeki tebessüm öyle diyor, anıların sıcağına gidiyor belki, şimdinin soğuğundan, yalnızlığından. bu yolcuların envai çeşit hikayesi olabilir, çevreme bakıp hikaye uydurma oyunu oynuyorum. yanımda oturan ve camdan dışarı donuk gözlerle bakan kadın belki geçmişinden bir şeye kırgındır, belki hesaplaşmaya gidiyordur. arkamda oturan ve tam ben uykuya dalacakken "hey gidi hey" diyerek konuşmaya başlayan şu davudi sesli adam, birşeyleri özlüyordur. paralelimde, elinde çakısıyla bir ahşabı sinirli sinirli oyan delikanlı herhalde öfkesine yolculuk ediyor, kimse onu öfkelendiren karşısına çıkmasa iyi olur.. belki de affeder.. kim bilir... uzun yollardan geliyor... çünkü bazen de sadece affetmek için yola çıkılır. arkada kusan kadın var ya belki kustuğu kinidir, afedersiniz biraz kötü kokuyor, sanki içerde çok beklemiş. neyse bu mola iyi oldu işte, hava alacağız. bu mola paketçi kadınla sohbet etmeye başladığımız mola.
meğer o da merak ediyormuş bu insanlar acaba niye yolcu diye. sonra anlatmaya başlıyor, geçmişe bir delil aramaya gidiyormuş. bir kırık gençlik hikayesi semtindeymiş aradığı delil.
bulunca ne yapacaksın diye sordum, "paketleyeceğim" dedi. zihni ancak paketleyince rahat bir nefes alabiliyormuş. her anı grubunu ayrı bir renk ve desenli kapla paketliyormuş. en sevdiği kabı yanına almış bu yolculuk için, çıkarıp gösterdi, hakkaten de çok güzeldi. inşallah aradığın delili bulursun dedim ve başladım kendi yolculuk hikayemi anlatmaya...
size de anlatacağım sandınız ha? pışşık :P o başka bir hikayenin konusu. bu hikaye incelikle paket yapan bir kadının delil arama yolculuğunun hikayesidir.

16 Ocak 2009 Cuma

arizona dream

kaplumbağalara mutluluk atfeden biri daha varmış.
grace de kaplumbağa oldu sonunda mutlu kaplumbağa.
dondurmak için bir ânı.
çünkü hayat dönüşür, dönüşümü biraz evvel axel'den duymuştur.
kaplumbağa ise o kadar yavaştır ki, donmaya yakın.
eskimo da son anda donmaktan kurtulmuş, hayata dönmüştür.

13 Ocak 2009 Salı

"dünyadan kaçmanın en güvenilir yolu sanattan geçer, dünyaya sıkıca bağlanmak da sanatla gerçekleşir."
goethe

man weicht der welt nicht sicherer aus als durch die kunst, un man verknüpft sich nicht sicherer mit ihr als durch die kunst.

10 Ocak 2009 Cumartesi

ikiru ve

bugün ikiru'yu seyrettim bir grup insanla beraber. bu bir grup insandan bazısının isimlerini filan bilmem ama bazı zaaflarını bilirim ve bu grubu severmişim, bugün hissettim. ikiru çok sıkıcı filmdi, öyle ki yanlarımda oturan insanlar uyudular izlerken ve film bittiğinde mustafa amca -grup lideri- geçmiş olsun dileklerini iletti. filme biraz ara verip hakkında konuşuyorken biri hislerini anlattı filmle ilgili, benzer bir tecrübeyi daha evvel yaşamış, yaşadıklarını da anlattı. o zaman dedim işte, ne güzel bir grup bu herkes cesaretle paylaşıyor içerde olup biteni, güven de vermiş demek ki dedim. neyse işte dahil olduğum bu grupları ve o gruplarla eğitilmeyi seviyorum :) h.nin dediği gibi eğitile eğitile bir hal oldum..

sonuç olarak ikiru sadece bir kereliğine seyredilebilir. akira kurusawa bunaltıcı ruh hallerini güzel anlatıyor, filmlerine bayılıyorum sıkıntıdan. "ablaa kooş bak sıkıcı bir film var, tam senlik" diye beni çağıran sevgili kardeşlerime de burdan sesleniyorum ben sıkıcı film sevseydim kurusawa severdim bikerem.

9 Ocak 2009 Cuma

II. geleneksel inşirahlı aşure günleri



bugün, birincisini 2007 senesi muharrem'inde gerçekleştirdiğimiz inşirahlı aşure günümüzü artık gelenekselleştirdiğimizi ilan etmenin sevinçli gururunu yaşıyoruz. şak şak şak şak. bazılarınız alkışlarken, bazılarınızın da aşure zaten yeterince geleneksel bir tatlı dediğini duyar gibi oluyorum. duymamış oliyim :)

dönüşlülük

yolculuğun bu noktasından sonra biraz da dışa bakabilirim, biraz da gözü dışarda olabilirim.
bu ihtiyacı geçenlerde tehanuyu anlatırken hissettim.
aslında herşey öylesine zamanlı ki, öylesine anlamlı. ayşe'nin görüşmeler arasında aynaya bakma ihtiyacı hissetmesi geldi aklıma, "yoksa sanki kayboluyorum gibi geliyordu başkalarında" dediği. benim kayboluş hikayem sadece işle de alakalı değildi hem, o da vardı ama başka birşey daha da. içerlere dönüşüm böyle bir ihtiyaçtandı işte. şimdi tekrar roman okuyabiliyor oluşum da biraz bu zamanlamayla alakalı. şimdi dinlemekten açılan yeri okuyacağım hikayelere ayırabilirim biraz.

fotoblog



defterimin kedisi bana bakıyor.
rusya'nın kedileri var, umbridge'in kedileri var, ayça'nın kedisi var. tatilimin kedileri bunlar.








tatilimin kurbağası da var.
en güzel kurbağa henüz prensmemiş olandır.












güneşli bir günde
artizler kahvesinden










yağmurlu bir günde istiklal caddesinden

8 Ocak 2009 Perşembe

acaba diyorum

aslında dikkatle bakıldığında bunun sağlam ve yaygın gerçek bir zenginlik olduğunu anlarsın; öyle ki benim anlatacak tek bir öyküm olsaydı, bütün gürültüyü bu öykünün etrafında koparırdım, ona tam değerini verebilmek için çabalardım, ama biriktirdiğim sınırsız anlatı malzemem olduğu için bunları telaşsızca ve umursamazca ele alabilirim; hatta bu işten biraz sıkıldığımı yansıtabilir, ikincil dereceden olaylarla lafı uzatıp anlamsız ayrıntılara girme lüksünü kendime tanıyabilirim.

bir kış gecesi eğer bir yolcu/ italo calvino

nehir roman

ey uhnem, uhnem'e başladım ve okurken pek çok geriye dönüşle karşılaştım. dünya nöbetine, aydınlanma değil merhamete, schrödinger'in kedisine vs.. ayşe bana sen bir roman yazsan nehir olur demişti. aaah aah, derdimi dağlara söylesem dağlar çatlar, kitaplara yazsam nehir olur. ben nehirleri severim. akışı severim. ama ben nehremem çünkü okumaktan başka bir de oynarım roman. ama yazamam öyle uzun. fekat sevmediğimden değil, beceremediğimden. entleri severim mesela. hadi sevgili okur alev alatlı için gidiyorsun da gerilere, ilmeğin gerilerine benim için de git ve hatırla sık sık atıflarda bulunduğum şu ent sözünü: "bizim lisanımızda bir şey söylemek çok uzun zaman alır, çünkü o kadar uzun zamanda söylemeye ve dinlemeye değmezse biz hiçbirşey söylemeyiz."
bu arada ey uhnem uhnem'i okurken ve referanslarla gerilere giderken aklıma saçma bir düşünce geldi ve kaç sayfa alatlı okumuşumdur diye düşününce 4000 sayfa olduğunu fark ettim, uhnemsiz :) bu biraz görmemişçe olabilirse de hoşuma gitti evet.

gitmek benim marlon ve brandom

gitmek benim marlon ve brandom'u seyrettim bugün. çok gerçekti. savaşı hissettim, o zaman ırak'tı, şimdi filistin. savaşın ortasında bir sevgilinin varlığını hissettim, bundan dolayı duyulan sıkıntıyı. hakkaten iyi oynamış kadın oyuncu, ben de jüri olsam ben de verirdim ödülü. bir de helal olsun dedim ayça'ya, sonra döndüm de içime...

7 Ocak 2009 Çarşamba

tatil güncesi

çok şaşırarak söylüyorum ki sevgili okur, çalışmayı özledim.

kaç gündür yorgan altında okuyarak ve film izleyerek, sıkıldığımda yorgan altından çıkıp biraz çay içip sohbet ederek vaktimi geçiriyorum. dinlenmeye doydum... uykuya doydum çok şükür.

ve bugün sanki kış uykusundan uyanmış bir ayıcık gibiyim, hava da bahara uyanmış havacık gibi sanki bugün.

kendimi sokaklara atacağım, aylin ve hacerle buluşacağım. capitol diyeceğim hacer'e, kadıköy anlayacak. capitol'deyken arayacağım, "sinema katındayım" diyecek, aylin'le beraber sinema katına çıkacağız hacer'in gönlü olsun da gelsin diye bekleyeceğiz, sonra hacer gelmeyince "yoksaa" diyeceğim, tekrar arayacağım ve hacer'in nautilus'un sinema katında beklediğini öğreneceğim.sonra hadi kalk git nautilus'a, çünkü hacer bugün niyetli, biz de niyetliye hürmetliyiz, iyi niyetliyiz. onların ikisini filme bırakacağım, bırakmadan evvel sinema danışmanım enes'i arayacağım çünkü bilmiyoruz ki transporter nasıl filmdir, enes diyeceğim transporter nasıl filmdir, fırsattan istifade aylin'le hacer'in rafine olmayan sinema zevkinden bahsedeceğim :P neyse ben sıkıldım nautilustan arkadaşlarla karşılaşma kısmını atlayıp ordan bir taksiye atlayıp vapura sonra nişantaşına, sanat terapisi yaşantı grubuna gideceğim. yaşayacağım tabii gitmişken.

sonra dönüş yolunda minibüste bir kavga çıkmasın mı, bir minibüste birbiriyle alakasız tam dört sarhoş (bildiğimiz kadarı ile) ve bir adet de manyak çıkınca bunların biri yanıma ikisi hemen arkama oturunca sarhoş kız, a.q diye ünleyen sarhoş oğlanı gözyaşartıcı spreyle tehdit edince korktum biraz, "sen nasıl konuşuyorsun bir bayanla" diyen diğer sarhoşa (sanırım minibüste ayık olan şoför ve ben varım tek, umuyorum şoför ayıktır, ben bugün ayığım çok şükür) cevaben ünleyen oğlan "ne bayanı ya şundaki çeneye baksana" (kadın hakkaten hiiç susmadan konuşabiliyor ve kelimeler de kayıyor bu esnada) diyince sırıtıyordum salak salak, komik de bişey oldu, spreyli sarhoş manyak kadın " çocuğa dedi ki oolum sen kafadan kontaksın, senin bir psikoloğa görünmen lazım" o esnada psikolog sırıtıyor yanında ve sırıttığı gözükmesin diye dışarı bakıyor havalarında, çünkü bu kız bütün minibüse öfkeli, herkese sataşıyor aman neme lazım.. sonra aklıma ç. geliyor, " ne var canım, ben hep bu saatte (22.00) dönüyorum eğitimden, hiç de bişey olmuyor" diyişim.. bazen de oluyormuş..

ve de bugün öğrendim ki, hacer filmden çıktıktan sonra mehmet'le buluşmak için sözleşmiş, kadıköy'de diye, mehmet de elbette ki hacer'i capitol'de beklemiş. sayın hacer k. sayın hacer k. capitol'de bekleniyorsunuz. aklıma şimdi duysal geldi bu kadar absürdlük üstüne.

not: sanatçı bu eserinde üslubunu zaman kaymaları üzerine kurmuş ve zamanın göreceliliğine atıfta bulunmuş olabilir, neden olmasın? ya da yazının kendini sokaklara atma kısmından sonrası bir gün sonra yazılmıştır, yazar kendini belki aceleyle sokaklara atınca yazıya ancak ertesi gün devam edebilmiştir, bu da mümkün evet.