20 Mayıs 2008 Salı

mekân

ne kadar kedi olduğumu hatırladığım günlerin ardından, bugün bir danışan çalıştığı mekânın kendini boğduğundan bahsetti.. evet mekân bazen boğar insanı.."sanki bir hücrede hapismişim gibi geliyor" dedi.. kimya-yı saadette huzurdan bahsederken insanın içi eğer genişse mapushane odası ona dünyanın en ferah yeri gibi gelir, eğer insanın içi daralmışsa, tahtlar, saraylar ona sıkıntı verir diyordu. aklıma bu geldi ama bu dalton ana'dan sonra geldi, hücre ve iç sıkıntısı diyince evvela dalton ana gelir aklıma. hani hapse girince perdeler işler, örtüler serer, siler, süpürür o hücreyi çiçek gibi bir odaya çevirirdi ya, hayrandım buna :) bunlardan bahsetmedim tabii danışana..

görüşme bitip de odada yalnız kalınca, kısacık arada kitap okuyayım dedim:

"insan ile mekân, eğer anlaşır sevişir ise ne güzel bir manzara doğuyor.
işte şu küçümen ev.
bakımı yapıldıktan sonra yüzüne kan gelmiş, pembeleşmiş, yeniden hayat bulmuş bir hastaya döndü.
hatta uzaktan bakıldığında bir kartpostal güzelliğine büründü. o beyaz duvarlar, o kırmızı kiremitli çatı.
çatıya uzanan yeşil ıhlamur yaprakları. sardunyaların kahkahaları, ebruli ortancaların söylediği oynak türküler" kapıları açmak/ mustafa kutlu

Hiç yorum yok: