5 Ekim 2008 Pazar

taze fasulye

bugün size bazı zevklerden bahsedeceğim. konumuzun bu olması gerektiğine çaykovski eşliğinde fasulye kırarken karar verdim.
sanatın insanda uyandırdığı hisler bana çok ilginç geliyor, belki buralarda bir yerlerde yine bundan bahsetmiştim ama sık sık ilginç geliyor işte. bir şiirin beni heyecanlandırması çok ilginç geliyor, bir resmin beni ısıtması, bir şarkının neşelendirmesi, derinlerde bir yerlere seslenmesi, yücelerde bir yerlere kanatlanması... kanatlanmak diyince de aklıma suskunlar romanı geliyor, eğer müellifi aşıksa musıki kanatlanır diyordu... neyse fasulye kırarken aklıma gelenlerden biri de ibadetten duyulan zevkti. bu zevk ile sanattan duyulan zevk bir şekilde benzer geliyor bana. bazı insanların dini duygularını anlatırkenki halleri mesela pek latif oluyor.. sanki birbirinden güzel kokulu çiçeklerin olduğu bir bahçede geziniyormuşsunuz gibi.. bilhassa da sonradan müslüman olmuş batılı mevlevileri dinlerken bunu hissediyorum.. başka hisseden var mı? mesela sayın e. bir keresinde sizinle camille helminski hanımefendiyi dinlemiştik, hatırlar mısınız?

8 yorum:

ayşe dedi ki...

'ama sık sık ilginç geliyor işte' :) şeker kız. ibadetten bahsederken sanatla benzer duyguların olması aynı yere dokunuyor ve letafeti kutsuyor olmalarından olabilir mi? kutsal kelimesi hem sanatla hem dinle kesişim kümesine alınabilir sanki. kutsal tam da karşılamayan bir kelime evet. latif diyelim sadece.

latif ve lütuf bağlantısı, sanatın ilham kaynağından lütfedilmesi, ibadetin bir lutfa yüzünü çevirmek oluşu, nereye bakarsanız Onun yüzünün orada oluşu, sanatın ibadet, ibadetin sanat oluşu..

o bahsetmeler kokulu evet, ne hoş kokulu.

turuncu dedi ki...

bir de chittick mi vardı, anlatırken yerden şöyle bir havalanıveriyordu?

aslipur dedi ki...

yevet yevet, havalı chittick :)

turuncu dedi ki...

bir de "neş'eli osman" var, onu da bildiniz mi efendim?

aslipur dedi ki...

bilmez miyiz.. özledik bile osman efendiyi :)

kibrit kutusu dedi ki...

bana da şu ilginç gelmiştir hep. bir amnesia vakasında şöyle bir bulgu söylenmişti. adamcağız 60 yaşlarında ama 20. yaşında diyelim ki mayıs 23'te takılmış kalmış. hep o günü yaşıyor, hatırlıyor (donanmaya yazıldığı gün). bir çeşit hastanede kalıyor, dinlenme evi gibi. doktorula her 10 saniyede bir yeniden tanışıyor. aynada kendi kırışık buruşuk yüzünü görünce dehşete kapılıyor ama 10 saniye sonra unutuyor. fakat her ne kadar unutsa da davranışlarında belirgin bir tedirginlik göze çarpıyor. yaptığı her işi tedirgin bir biçimde yapıyor. tedirginliği üzerinden attığı iki durum var: şapelde katılıdığı ayinlerde ve klasik müzik dinlerken her zaman gözlemlenen o tedirginlik yok oluyor... sanat ve ibadet deyince bu aklıma geldi. acaba bizi heyecanlandıran ya da bu adamı sakinleştiren "sonsuzluk"a bir yerinden dokunmak olmasın?

turuncu dedi ki...

isteyince veriliyor, ne ilginç değil mi?

geçende a ay, başlasın artık demişti. sonra birden başlayıverdi.

ve siz muhterem içe dönük blogger, osman efendiyi özledik demiştiniz de birden geliverdiydi.

sanırım püf noktası şurada: severek istemek.

ama nasıl bir sevmek? bunu da siz anlatın bize.

aslipur dedi ki...

kibrit kutusucuğum aklıma ali şeriati'nin sanatla alakalı söylediği birşeyi getirdi bu anlattığın. kevir kitabındaydı sanırım, diyordu ki sanat, insanın cenneti özlemesidir. ayinlerde ve klasik müzik dinlerken yok olan o tedirginlik belki çok derin bir ünsiyetle alakalıdır.

turuncucuğum, ne güzel oldu di mi kısa da olsa osman efendiyi görmek.
istenince verilmesi demişsin ya, pek çok manidar birşey bu bence.